Paylaş
Kitapları oldum olası severim, o benim dünyam diyecek kadar…
Taaa yıllar öncesine gitti aklım, iki dönem hatırlıyorum birisi Mickey mouse özel kesimli kitapların yeni çıktığı zaman, bir diğeri de ilkokul yıllarında sanırım ya iki ya üçüncü sınıftayımdır, ilkokula giden İtalyan çocuk Enrico’nun mahalle mektebindeki arkadaşlarını, ilişkilerini, duygularını anlatan Çocuk Kalbi kitabını annemin bana hediye ettiği zaman.
O zamanlar ne kredi kartı var, ne bankacılık bu kadar digital.Taksitle kitap satan insanlar gelirdi evimize, senetle kitap satın alırdı annem.
Çocuk klasikleri serisi, deri ciltli, altın yaldızlı ve bize göre çok pahalı ansiklopedi setleri, hedefi büyütürdü hep 6,12, 24 cilt derken bütün seriyi tamamlardı.
Aldığımız en pahalı kitap çok büyük ve az sayıda (modern dünyada artık limited oldu adı) özel basım yapılan bir Atlastı.
O atlas için 12 ay senet yapıldı ve annem bütün kitapları harçlığından biriktirerek gizli gizli öderdi.
Her ödenen senet, aramızda bayram havasıydı, yırtıp atmak büyük coşkuydu “Bu da bitti işte diyerek”. Kitaplar alınır uzun bir zaman saklanırdı, ev ahalisi ne gerek var diye laf etmesin diye.
Evde ceviz bir büfemiz vardı ,annemin yaptığı danteller serilirdi. Dantelle, deri ciltli ansiklopedi serisi aynı değerdeydi annem için. Her gün mutlaka tozları alınır, sayfalara bakıldığı zaman dikkatlice incelenip,okunup yerine konulması için tembihliydik hepimiz.
Geçen gün evdekilere gözlerimden gülmekten yaşlar gelerek anlattım, camekana çıkmak için bere giyerdik diye, yanlış anlamayın camekan dediğim alan uzak falan değil 80 metrekare evin en arkadaki balkonlu odası.
En sevdiğim şey, evde kimse olmadığı zaman camekanda kullanılmayan eşyaları kurcalamak, büyük babannemin benim için anlam ifade etmeyen içinde hiç tanıdık olmayan bir dolu fotoğrafının olduğu kutuya merakla bakıp, fotoğraf filmlerine bakmak, değişik kalemleri, örgü şişleri arayıp bulmaktı.
Bayılırdım annemin en tombik kalın şişlerine, ucunu bozuyoruz diye ne yapar eder nerelere saklardı kardeşimle ben bulmayalım diye.
Küçükten büyüğe seri şişlerinin her birini özene bezene kılıfında saklardı… O zamanlar hayatın içinde normalimdi bu gözlemlerim.
Şimdilerde ise övündüğüm, gurur duyduğum annemi düşünüp içimi ısıtan ev hallerimiz.
İnsanın çocuk kalbi bambaşka oluyor, kendimden biliyorum.
Kendi kalbimi, hislerimi,nelerin bende tortu bıraktığını, nelerin benim için çok önemli değere dönüştüğünü, nelerin hep kanadığını ve hiç unutmadığımı hatırladıkça, kendime hep daha da yaklaşıyorum, ağaç gibi yeşeriyor sanki her şey. Yeşeriyor, yeşeriyor tomurcuklanıyor, sonra da kocaman çiçek oluveriyor.
Sömestrimizin ilk haftasını bitirdik, kar gelmiyorsa biz kara gideriz diye küçük bir paketti hediyesi kızımın.
İçinde bir kitap, bir de onun yaşına göre bulduğum şiş ve yünler çıktı paketinden.
Örmeye başladı kızım, ellerimle öğrettim ona, tek bir düşüncem vardı çünkü...
Annem olsaydı eminim aynısını yapardı torununa.
Çocuktur deyip geçmeliyim, anlamaz, etmez, düşünemez, hatırlamaz, yıllar içinde büyüdükçe unutur gider sanmayalım.
Biliyor musunuz kendi deneyimimle büyüklerimin çoktan unuttuğu her şeyi ben hayatım boyunca unutmadım.
Çocuk Kalbi…
Dünyanın en özel, en hassas, en temiz, en güzel ve ‘en anlayan’ kalbi. Biliyorum ki, çocukken susmak hep bir tercihtir ama çocukların gözleri konuşmaktan beterdir.
Şimdi gözlerimi, kızımın gözlerinden hiç ayırmadan bakıyorum ona...
Onu yukarıdan değil aşağı eğilerek, yere oturarak boyumuzu eşitleyerek dinliyorum. Ve Allah’a her gün minnetle şükrediyorum içimdeki neşeyi, inancı, ailenin en kutsal, evladın en özel, aşkın en ebedi sevgi olduğunu benden almadığı ve içimi iyi tutmama güç verdiği için…
İnsanın yuvası gibi yok hayatta…
Bütün bunları sürekli gelişen ve doyumsuzlaşan, verdikçe istenen, hiçbir şeyle mutlu olmayan, nerden geldiğini ve nereye gittiğini farkında olmadan, bir tek kitap sayfası bile çevirmeyen, mutluluğunu sahip olduğu ve olmak istediği obje ve materyallerle sınırlayan ve gittikçe mutsuzlaşan insanların çoğunlukta olduğu yedi günlük bir gözlemden sonra paylaşmak istedim sizinle.
Ve ne yazık ki, bu insanlar artık dünyanın her yerinde, her şehrinde, her sokağında, her marketinde, her parkında, her anında.
Beriland ve üyeleri ile gönüllü monitörümüz Tuğrulişko, kar, güneş, Ayşe Abla gibi cımbızla birbirimizi seçip bulduğumuz, yiyip, içtiğimiz, sohbetler edip, gülüştüğümüz dostlarımızla geçirdiğimiz keyif dışında özlüyor insan yuvasını ve kendi halindeki dünyasını.
İşte buradayım, önüm, arkam, sağım, solum hepsi aynı…
Ohhh be dünya varmış.
Paylaş