Paylaş
Bilirdim ki, hayatta bir "Arkadaş"lar var birde "Arkadan’ş"lar var ama ne yalan söyleyeyim böyle "Ardakan’ş"ı ilk kez deneyimleme fırsatı bulunca bu eşsiz, belkide sizinkilerle benzer ama nadir durumu sizinle paylaşmak istedim.
Hayatınızdaki yüzleri, beşyüzleri, binleri aşan sosyal medya listenize değilde, yüreğinizdeki gerçek listeye bakıp "Arkadaş" ile "Arkadan'ş"ı birbirinden ayırmak kuşkusuz artık incelik isteyen bir durum.
İkisinide fiziksel özelliklere bakınca ayırt etmek çok güç, bir çift parlayan göz, mümkün oldukça hep gülümseyen yüz, sıcak, çok sıcak, saran, kuşatan kelime yağmuru, hatta mümkünse konulara ağda katmak için üç, beş özdeyişli söz , hatta ağzı iyi laf yapıyorsa konuya uygun bir kaçta hikaye ve bütün bunları iyilik halinizle pembe pofuduk bir bulutun üstünden uzanıp izleyen siz...
Böyle başlıyor herşey, başlangıç malzemelerimiz için gereken tek şey bunlar, samimiyet, tatlı dil, pozitif düşünce, katıksız hepsi bu.
Sonra kısacıkta olsa bir mini seyahat, biraz vakit geçirme, biraz sohbetler, derken sıra ortak tanıdığınız ve tanıştırdığın insanlara geliyor. Tanıştırıldığın demiyorum, çünkü şansın varsa "Arkadan’ş" tarafından kimse ile tanıştırılıp, kaynaşmamış olmayı dile, hatta temkinli olup buna minnet duy ve dua et.
Koskoca hayatında beş, on, onbeş, yirmi yılı geçkin arkadaşlarını ezip geçip, kendini öyle bir yere koyuyor ki (kendince) ve o kıdemli dostlarının bile etmediği malum lafı ile ‘En yakın dostum, herşeyini bilirim' mertebesine ulaşıverdiğini görüyorsun bir anda onun hayatında.
Şu ‘Herşeyini bilirim, çok iyi tanırım' ya da 'Çok şey paylaştık' diye kurulan cümle genelde içi boş ama ambalajı iyi ve iştahlı görünen başkalarınıda bu bağlantıya inandıran bir balon oluyor genelde.
Çünkü öyle inandırmış oluyorki kendini her şeyi pek bildiğine, hayatlarda ayrıcalıklı bir yeri doldurduğuna biri kalkıpta yoo öyle değil o işin aslı dediğinde aslan kesiliyor, başlıyor debelenmeye...
Ne zaman çaresiz kalırsa orasını bilemeyiz diye mırıldanıp, yine elinde şişleri kader ağını öğremeye devam ediyor.
En iyisini, en özelini, en gerçeğini onun bildiğini inatla savunarak, tabii ki yine kendince.
İşin tuhafı bırak senin özelini bilmeyi, başka dostlarınla arandaki ilişkileri bile bildiğini savunan bir hale dönüşüveriyor bu Arkadan’ş, usul usul ve tabii ki fısıl fısıl... İlginçtir ki söz taaa aile ilişkine kadar uzayıp gidiyor, bir cürettir haddini boyundan kat be kat uzağa taşırken, e haliyle bardakta bir yerde taşıyor, coşuyor.
Toplasan, tanıştığın zamandan itibaren görüştüğün gün sayısı diye baksan hayatının içinde geçirdiğin zaman onbeşgünlük bile etmezken yeri, fark etmezki...
Topu topu yıla yayılmış on, onbeş kez karşılaşma ile zaten çözüveriyorsun her halini,her şeklini ve her rengini.
Sonra hayatında herkesi aynı yere koyduğunu fark ettiğim bu "Arkadan’ş"ın en büyük özelliğinin tek birşey olduğunu öğreniyorum yine çok şükür ki jet hızıyla, en kısa sürede, bir kaç ortak dost sayesinde, bir "Arkadaş" değil, "Arkadan’ş" sahibi olduğumu anlıyorum apaçık.
Ruhunun tek beslenme şeklinin ise, arkadan konuşmak olup, sonrada korkudan sıkı sıkı sırdaşlarını tembihlemek olduğunu ve kendince ilişkileri aklınca kontrol edip kumanda etmek hevesinde olduğunu.
Kabusu andıran bu deneyimin hayatımda tabii ki yapışmaz, yanmaz teflon özelliğini gösterip hemen çöpe kayıverdiğini paylaşmalıyım ki işin ana fikrine gelebileyim.
Yok ,ben doğruluğuna sonuna kadar inandığım ama herkesin ağzına doladığı ama kendi hayatında aslında hiç uymadığı ’Bir lafa bakarım laf mı diye?' başlayan Mevlana felsefelerinden kullanıp süslemeyeceğim yazımı.
Kendi sahici anafikrimi paylaşacağım.
‘Bazı şeyler vardır hayatta, ne Anadolu çocuğu olmaktan geçer, ne de tahsilli, görgülü şehirli olmaktan, hele de din, mezhepten hiç geçmez’
‘Tek şey vardır hayatta o da ne olursa olsun insan olmaktan geçer, yer bilmekten, had bilmekten ama en önemliside ağzından çıkanın nereye gideceğini bilmekten, boyundan büyük laflar etmemekten geçer’.
Geriside sadece hikaye....
Özlen ben, hayatında hiç "Arkadan’ş" barındırmayan, pek emin, pek hafif, pek mutlu, pek sakin ve artık -ben sana demiştimleri kulağını dört açıp- pek ‘büyük sözü ‘dinleyen Özlen, aldığı bütün kararlarında ise hep geridönüşümsüzlüğü seçen...
Paylaş