Paylaş
Eski bir yazım bu, arada bir sürü şey var yıllar içinde üstünden geçen.
Annem ellerimden kaydı gitti, şimdi bugün zamanı gelmiş demek ki dediğim bir ayrılık.
Annemden sonra, kardeşim evlendi, çocuğu oldu.
Onun bir, benim iki.
Büyüdüğümüz evi mirasçılardan geriye satın aldık, sırf çocukluk hatıralarımız için sırf gönlümüzde kalanı koruyalım diye. Ev kardeşimin artık. Hayatımdaki tek kardeşimle kavga edip, biribirimiz yediğimiz çarparak kırdığımız kapılar, hiçbir şey olmamış gibi yenilendi.
Elektrikler kesildiğinde korkarım tek başıma gitmem sen git al, ben git al diye mevzu yapıp kapıştığımız o çok uzun, tünel sandığımız koridor meğer 5-10 adımmış.
Hele içinde bisikletle tur attığımız ve bütün günü geçirdiğimiz kocaman terasımız var ya, meğer küçük bir balkonmuş. O balkon da yok artık, salon büyüsün diye ona dahil etmiştik, yok oldu.
Benim odam galiba dolap oldu, evin en küçük odasıydı kardeşimle yattığım, o kadar küçük ki, şimdilerde gömme dolap olmuş olabilir. O zaman adı karanlık odaydı bizim için, hiç penceresi olmadığından. Herşey çok değişti, en büyük değişiklik annem, baba, ben ve kardeşim yaşamıyoruz artık orada, büyük babaannemiz ve köpeğimi Miço’da yok. Apartman sakinlerinin de bir çoğunun evi duruyor ama bazıları çocuklarına bırakıp gitmiş bile. Hayat hep devir daim ya da devir teslim. Birbirini seven annelerin ve babaların birlikteliği bence yuvaları ısıtır. Yıllar geçip gitmez zannederken bir bakarsın kaç kuşak geçmiş bile. Yıllara meydan okumak lafını hiç sevmem daha adından belli savaş olduğu.
Ne tufahtır ki önce meydan okuduğumuzu sandığımız şeyi sonra da kendimizce akışına bıraktığımızı düşünürüz,
“Bıraktım hayat bildiği gibi gelsin halleri” sözüm ona.
Yönettiğimizi ve idarenin seçimlerin bizde olduğunu düşündükçe daha iyi hissediyoruz sanki, istediğimiz şeyler bizden kaynaklı, istemediğimiz herşey ya başkaları yüzünden ya da kader. Aslında hepimiz cevabını büyüdükçe anlıyoruz ki herşey yırtınsakta olması gerektiği zaman içinde olması gerektiği gibi zaten.
49 bitmişti annemin, 50 yaşındaydı. Kanyon AVM tam oralar yeni yapılıyordu, yıl 2006, sms vardı ama WhatsApp yoktu, bir sürü sms mesajlaşmamız olurdu annemle. Birkaçını sakladığım. Ve annem o yaşında uzun zamandır boyatmak istemediği saçı ile, botox bilmeyen yüzü ile bu savaşın içinde sadece hastalığı ile boğuşan biriymiş şimdi baktığımda. Galiba hayatındaki tek mücadelesi kurduğu evi, aileyi bir arada tutmak ve yanında da hastalıkla yaşamaktı.
Geçmiş resimlerine bakıyorum, dedesinin Kadıköy Kız kolejinde annemi yatılı okuttuğu zamanlara, siyah ve yaz okul resimlerinin arkadasındaki en yakın arkadaşları ile muhtemelen sırdaşı olduğunu düşündüğüm Ayşegül ve Serap’a. Sahi onlar neredeler acaba diyorum, hepsi annem kadar erken gitmiş olmayabilir bu dünyadan.
Ta ki babamı görüp “Ben artık onsuz yaşayamam” dediğin zamanlara kadar olan annemi tanımayı çok isterdim ben ya da onu o zaman tanıyıp duygularını ve kişiliğini bilenleri tanımayı, sohbet etmeyi.
İnsan büyüyünce anlıyor aslında neleri sana sorup, neler hakkında sohbet etmek istediğini. Anlayışım ve idrakım seninki kadar olgunlaşınca yani.
Annelerin yüzünü en çok güldüren şey çocuklarını gülerken görmekmiş, şimdi ben bunu kendim anne olunca anladım, aslında olması gereken buymuş.
Ama beni en mutlu eden şey, annemin yüzünü gülerken görmekti, o halini yakalarsam da öpmek. Anne, sen bugüne kadar gördüğüm en çalışkan insandın. Çok şey yaptın, çok didindin, dikişler diker sabahlara kadar işlerdin, en güzel yemekleri yapar, hatır gönül almayı en iyi bilendin. Hep kendinden verdin ve bence hiç almadın. Sen anneyken ben çocuktum sanıyordum ama pek de öyle değildi, hızlı büyümeyi istemeden büyüdüm, niye çocukluğumu ve yaşlarımı atlaya atlaya büyüdüm ki?
Anne sen kumaşları birbirine tuttururken, ben de dağılmamak için seni sana tutturmaya çalışırdım.
İçine çekildiğini hissettiğimde, o çukura elimi sokup seni gücüm yettiğince el yordamıyla bulurdum. Sesin çıkmadığında da duymayı o zaman öğrendim, tecrübe edindim, eğitildim. Bas bas bağırtıları değil, sessizlikleri duymaya çalıştım hep. Şimdi geriye bakıyorumda kendimizle dolup taşmışız.
Birinin yavrusu olmak ve öyle hissetmek bence bu dünyada ki en güzel varolma hissi.
Bence hepimiz için seni kırmak en kolaydı, bence annelerin kaderi bu, anneler en yakında durduğu için, her şeyin suçlusu ve dayanmak zorunda olanı da o’dur.
Ama yine de bu hayatta olması gereken, annelerin vakti gelince anne gibi, çocuklarında çocuk gibi zamanlarını geçirebilmesi ve doya doya bunu yaşabilmesi.
Anneler çocuklarına arkadaş, çocuklar annelerine annelik yapıyorsa, kimse hayatın gerçek tadını almıyor demektir.
Hafıza çok önemli bir özelliktir. Hala hafızalar yaşıyorsa ve eğer annenize hadi anlatsana anne diyebileceğiniz bir fırsatınız varsa, boşverin herşeyi hala burdayken anlattırın istediğiniz herşeyi. Annelerinizle cennetiniz daim olsun, yoksa anneleri kırmak en kolayıdır.
Yine kutlu olsun Anneler Gününüz, annelerin anne gibi, çocukların da çocuk gibi kutladığı.
Özlen ben, Lara ve Ali’nin annesi.
Paylaş