Paylaş
8 yılı geride bıraktık, Alaçatılı olmak yolunda.
Alaçatı hakkında her yıl çok yazı paylaştım burada. Kızımın sörf maceralarını, deli olduğum Ege otlarını, köy pazarlarını, insanlarını, sakızlı muhallebisini, geçen yıl İstanbul’a getirdiğim 60 kilo domatesi, herşeyi yazdım.
Ne çok anılarım vardı, geçmişteki o güzelim bomboş Alaçatı’da.
Alaçatı’ya annemle ilk gidişimizi hatırlıyorumda, şimdi hep aynı noktada aynı yerde o mis çiçeklerle bezenmiş balkonda her defasında gözgöze geliyorum yine annemle, her an elini kaldırıp bana yine el sallayacakmışçasına.
Fotoğraflar, anılar, anılar, fotoğraflar hepsi bir bir canlanıyor gözümde de, gönlümde de. Fazla değil iki-üç sene önce aynı kumsalda, yere bastıkça kuma batan minicik ayaklarına bakıyorum kızımın, şimdilerde az kaldı nerdeyse benimle aynı terliği giyecek kadar büyümüş olmasına...
Benimle aynı numaraya geleceği günü iple çekiyor, sabırsızlıkla...
“Anne bu benim olabilir mi?”
Bütün spor ayakkabılarıma göz dikmiş durumda, aklına geldikçe ara sıra kontrol ediyor daha ayağına olmasına ne kadar zaman var diye.
Kalabalıktan uzak, olabildiğince sakin çekiliyorum bir köşeye, işte o anılarımın tadını çıkartmaya.
Başbaşa kaldığım, yalnız olduğum ve tüm hatıraları bir bir anıp, yad ettiğim anlara. İçime akıyor herşey, hesapsız, tasasız, sade, olduğu gibi olan herşey...
Sonra düşünüyorum ve bir karar veriyorum: Yıpratmamalıyız hayatımızda kendimizi hiçbir şeye karşı ifade etmek için, karşımıza gelen boş konuşan, dolu atan, öylesine konuşan, hep konuşan ya da hiç konuşmayan, doğru ya da yanlış, bambaşka evrelerde ve yerlerde olsan bile yıpratmamalı insan kendini, ifade edecek diye.
Seni, senden daha iyi bilen biri olabilir mi? Ee olamaz tabii.
Ne enerjini böl, ne de vaktini. İçindeki o büyük inanç ve enerji var ya hani, en büyük zenginliğin ‘değerler olduğu’ işte o değerlere sıkı sıkı tutunmalı insan.
Tam bunlarını düşünürken anneannemizin yerine babaannemizin sesini duyuyorum torunuyla sohbetine kulak misafiri oluyorum.
Bahçede elinde saç fırçası, banyodan çıkmış Lara’nın saçlarını tararken bir yandanda anlatıyor:
“Lara’cığım, hayatta en önemli şey akıldır, sonra edeptir, terbiyedir, özgüvendir, saygıdır, kendine saygı, sevdiklerine saygı, herşeye saygı, büyüklere saygı, küçüklere sevgidir. Herzaman düşünerek hareket etmelisin, bu benim için yararlı mı değil mi? Artık 8 yaşındasın, 3. sınıfa geçtin kararlarını verirken bunu hep düşünmeli ve aklınla hareket etmelisin benim aklı başında, güzel kızım.” diyor.
İri gözlerini kocaman açmış dinleyen kızımla gözgöze geliyorum. “Anneeee yaa, dinleme bizi” diyor utanarak.
Ona kocaman sarılıyorum, gözlerim ıslanıyor, içim sevinçle doluyor.
Kalbimden geçirdiğim tek şey oluyor...
Allah bir yerden alırken, bir yerden veriyor. Lara’nın anneannesine ve babaannesine bakınca sevgili öğretmenlerimizden Arife Hanım’ın söylediği geliyor aklıma: “Armut dibine düşer. Armuttan elma, elmadan armut çıkmaz. Ben daha aksini görmedim.” sözü bende yerini buluyor.
Derin bir ohh çekip, şükrediyorum bir kez daha, her sabah uyandığımda yanımda olan Aşk’a ve kızıma, Aşk’ı büyüten aile büyüklerimize büyük anneanneye, halaya, dedeye, yengeye, amcaya, dayıya ve tabii ki anneanne sevgisi ile babaanne sevgisini karpuz misali iki kolunun altında her daim kızım nereye, onlar oraya taşıyan babaannemize...
Ve bir tatilin daha sonuna geliyorum, kendi içimde.
Belki bazı insanlar için tatil, yediği içtiği, denizi, havuzu, gezdiği, gördüğüdür.
Benim için tatillerin tek amacı vardır, o da bol anı, bol hatıra, bağların dahada güçlendiği özel anlardır. Kendimi bildim bileli hiç değişmeyen bu histir.
Tatiliniz bol, tortularınız hep güzel anlar olsun.
Nilüş’ün kızı, kızının annesi, Aşk’ın Aşk’ı Özlen ben. Kabuğunda ve kendi halinde...
Paylaş