Paylaş
Eskiden kadının görevi sadece evi ve çocukları ile ilgilenmekken, istisnai durumlar dışında, kocasının hali vakti yerinde olan kadın, evinin kadını olurdu... Oysa şimdi çalışmazsak sosyal olarak bir hiçiz diyor ahtapot kadınlarını anlatan Ayşe Giraud.
Buradaki ‘çalışma kavramını’ aktif ve zorunlu, düzenli mesai saatleri içinde çalışanları varsayarak tanımlamış.
Bir yere kadar doğru ama sadece çalışmakla bitmiyor kadının varolma sorumluluğu, evinin kadını, kocanın aşkı, arkadaşının dostu, öğretmenin ilgili ve alakalı velisi, çocuklarının annesi olup, sağlıklı yaşamak için çaba sarf eden, spor yapan, iyi beslenmeye çaba gösteren, hobilerine zaman ayırabilen, ev yemekleri yapabilen, misafir ağırlayabilen, bakımlı olan, en son çıkan kitaplardan, filmlerden haberdar olup okuyan, izleyen, çarşı, pazar, market alışverişini yapan ‘iyi anne, iyi aşık, iyi ev kadını ve iyi de bir okul velisi olman gerekiyor’.
Bunların hepsini çalışan ya da çalışmayan kadın olup da yapabilenlere helal olsun diyorum, ama çalışanları bir tık daha gönüllendirelim çünkü iş hayatının duygusal ve bedensel işkencesi, baskısına maruz kalıp, zamanlarını büyük ölçüde sınırlandırarak ajandasını yönetenler ve aynı zamanda evinin ve sevdiklerinin sorumluluğunu yerine getirip, bunu becerebilenleri de ayrı bir yere koyuyorum.
Çünkü her gün düzenli olarak ortalama 09.00-18.00 arası çalışıp geri kalan günü eksiksiz organize etmek gerçekten iyi bir zaman yönetimi gerektiriyor, iş çıkış saatine istanbul trafiğini de eve ulaşım saatini de eklersek zaman gerçekten çok sınırlanıyor.
Ama yine de, hayata nereden baktığınızla ilgili yaşam biçimimiz, belki her gün ütü, çamaşır ve bulaşığı siz yapamıyorsunuz ama, evde akşam yenecek yemeği organize edip pişirmek, çocukların okul ödevlerini takip etmek, spor, müzik vb. etkinliklerini koordine etmekdir. Kontrolleri, eksikler, buzdolabı bakımı, meyvelik, sebzelik, eczane ihtiyaçları, tamir olması gerekenler, temizlenmesi gerekenler, halılar, duvarlar, perdeler, yastıklar, sökükler, tadilatlar, kış konserveleri, yaz konserveleri, çiçeklerin sulanması, bahçenin bakımı, yaz temizlikleri, yazlık evler, kışlık evler, küçülenler, gardırop temizlikleri, çocukların okuması gereken kitapların takibi ve paylaşımı, kritiği, albüm düzenlemesi, kütüphane temizliği, kırıklar, dökükler, ayıklamalar, bebeğin sabunu, şeftalisi, evin deterjanı, çarşafların, havluların nasıl koktuğu, en sevdiğin kokulu mumunu bulma hali, sıktığı için değişmesi gereken ayakkabı derken iş...iş…iş... Yani iş hiç bitmiyor, sonsuz ve rutin bakım isteyen bu liste uzayıp gidiyor.
Bir de bütün bunların yanında hastalıklar, ustalıklar, aile büyükleri ziyaretleri, takip isteyen uzun hastalık süreçleri, doğumlar, ölümler gibi vazifeler ve pek tabii ki hayatınızda zamana bağlı olan bir dolu da rutin randevular ve daha neler neler... Bu randevular tamamen çocukların rutin sağlık kontrolleri, aşıları, sizin dişiniz, jinekoloğunuz vs.vs...
İçinize iyi gelen hobi, resim, yemek, fotoğraf, kitap, yazı, koleksiyon, sergi adı her neyse bir de onlar var tabii hep sizi eteğinizden çekiştiren, iç sesinizde " Hadi bana da bak bana da bana da" diyen...
Ahtapot kadınların sırrı, marifet şiddetinde değil, neyi ne kadar en iyi ve iddialı yaptığında hiç değil, her şeye yetebilmesindedir bence. Her şeye yettiğini düşünüp, içinin rahat olmasındadır bütün ödül, gerisi hikaye...
Bir de telaşlı kadın sendromu olarak gördüğüm meşgul kadınlar var ki, hiçbir şeye vakit bulamayan, sürekli çok meşgul, sürekli yetişemeyen, sürekli koşturan, sürekli ne kadar koşturduğunu anlatan, kaç kişilik misafirler ağırlayan, ojeye, masaja, kuaföre, spora vakit bulan, ama telefonlarına meşgul olduğu için hiç bakamayan, topu topu her günü bir öncekinin aynısı yaşayan ama karşısındakini hiç dinlemeyen ‘ve karşısındakinden hep marifet yıldızı isteyen’ telaşlı ve kendini eşsiz düşünen kadınlar.
Türlü türlü insanız işte...
Kızımın da büyümesiyle çocukluktan ergenliğe doğru ufaktan adımlar atmaya başlamışken, hayatıma yeni bir bebeğin girmesiyle bakış açısı değişiyor insanın, ‘görme biçimleri’ dediğimiz mevzu değişiyor. Önceliklerimiz, bütün sıralamayı değiştiriyor borsa ekranı gibi...
İş hayatı olmayan ama bir parmağı ile evi çekip çeviren gerçek ahtapot kadınlar tanıyorum, hayatının en büyük mesaisini tam zamanlı uzaktan kumanda ile değil her gün 24 saat çocuklarının eğitimine, arkadaşlık ilişkilerine adamış, kendisini onlar için güncel tutan, çocukları ile aynı dili konuşmayı amaçlamış ve büyüttükleri o üniversiteli ışıl ışıl çocukları gördükçe insanın gözlerini kamaştıran, parmakla gösterilen ‘gerçek aileler’ görüyorum.
Anneyle babanın birbirine sıkı sıkı dayanıp omuz omuza verdiği, çocukların kız olsun erkek olsun, bir aile ne demek sonuna kadar deneyip öğrendiği benim deyimimle ‘rüya aileler’...
Gıpta ile gururlanarak, soluk soluğa dinliyorum, her ağızlarından çıkan kelimeyi, tecrübeyi kaydedip, not almak istercesine... Bunu unutmamalıyım dediğim ne çok şey oldu son günlerde, çocuk yetiştirmeye dair, aile olmaya dair, karı koca ilişkisine dair, ilişkideki aşka, sevgiye, saygıya dair.
Yani diyeceğim o ki, hayat sadece birimize değil, herkese zor.
Empati ile herkesi kendi haline öylece, sakince bırakmak en güzeli. Herkesi olduğu gibi kabul etmek, kendince değer vermek, kimseyi değiştirmeye çaba sarf etmemek, aşkların en güzeli.
Herkesin her istediğini özgürce ve kendince yaşayabildiği haller, hayatın en güzel hali.
Yani kendi halinde olma hali...
Bütün mesele, hayata nasıl baktığımızsa eğer, ben gülerek bakmayı seviyorum, gülmek gerçekten ruhsal bir mutluluk besini, sakin, huzurlu, kendi halinde, çemkirmeden, içinde hırs ve öfke barındırmayan, ona buna sarmayan, zaten bunlara da hiç vakti olmayan yoğunluklarda olma hali...
Her şeyin üst üste geldiği zamanlarda, işlerin zaman zaman ters gittiği zamanlarda bile gülmek ve değerlilerine yakınlaşmak insana en büyük terapi oluyor, hayat böyle bir şey işte, gelip geçiyor...
Özlen ben, Lara ve Aliko’nun annesi, Nilü’nün kızı, AŞK’ın aşk’ı, telaşsız ve kendi halinde’
Paylaş