Paylaş
Anneannem sabahları kalkar, özenle giyinir, saçını limon suyu ile parlatıp, arkadan topuzunu yapar öyle gelirdi yanımıza. Allah vergisi makyaja ihtiyacı olmayan bir yüzü vardı, kendinden al yanakları ve kiraz dudaklarıyla. Onu görenler, hayrola bir yere mi gidiyorsun diye sorarlardı. Oysa onun günlük ev hali buydu. Biliyorum yani ben de bakımlı olmayı, anneannemle büyüdüm ben!
Yıllar sonra ailemizin bir parçası olan yardımcımız Nino da, sanki anneannemden bir mesajdı bana. Deli dolu renkli giysileri hep bir ahenk içindedir. Çantası, ayakkabısı her daim giysisine uyumlu gelir işe. Kuaför günlerinde kessen geç çıkmaz, manikürü, pedikürü hep vardır.
Ben de severim aslında bakımlı ve şık olmayı. Ama benim için öncelik olmayabilir her zaman. İşim, koşturmam çoksa umursamam saçım başım ne halde, üzerime ne giymişim...
Sabah kalkıp, kan ter içinde sporumu yapmıştım, terimi tişörtüme silmiş, sonra duş alacak vakit bulamayıp tüm gün o halde çalışmıştım. Bir ara üzerimdeki tayttan bunalıp pijama altımı giymiştim. Tatilden yeni dönmüşüm, dip boyası gelmiş saçlarım, manikür/pedikürden uzak el ve ayaklarım var. Sevgili Nino market listesini elime tutuşturana kadar her şey normal akışında seyrediyordu. Ayağıma parmak arası terlikleri geçirip, listeyle yola koyuluyordum ki, Nino çığlık attı bu halde mi çıkıyorsun diye. Ne var canım dedim, market burnumuzun dibi, gidip gelicem hemen. Canım benim yapma gözünü seveyim, biri görür seni bu halde diye söylenirken, buna öz güven deniyor deniyor canım benim deyip kapıyı çarptım. Markete doğru yol alırken, dış görünüşe verilen önem, yeni dünya halleri, çaputların bizi biz yapmadığı gibi son derece entellektüel düşünceler vardı kafamda.
Market raflarının arasında hızlıca eksikleri almak için gezinirken, merhaba diyen sesle irkildim. Bir süredir hoşlandığım adam pırıl pırıl gülümsüyordu. Öpmek için uzandığında kendimi geri çekip, arka arkaya saçma açıklamalar yaptım. Tatilden yeni döndüğümü, işimin çok yoğun olduğunu, terli ve pis görüntüme istinaden de az önce 10 km koştuğumu söyledim. Beni baştan sona hızlıca süzüp, parmak arası terliklerle mi diye sordu, güldü. Sonra sanki daha dün ayrılmışız gibi sohbete devam etmeye başladı, sanki pijamalı, dağınık saçlı benle markette karşılaşmak dünyanın en olağan şeyiydi. Ben bitsin bu çile diye yanıp tutuşurken, o anda yok olmayı hayal ederken, onun sakin sakin konuşması beni iyice delirtti. Aslında kuaföre gidecektim, inanır mısın o bile tatilden dönmemiş gibi aralara saçma cümlelerimi sıkıştırıyordum. Kasadan birlikte geçtik, poşetlerin çok ağır sana yardım edeyim dedi, itirazlarıma rağmen. Birkaç adım sonra köşede kuaförümle karşılaştık, nerelerdesin sen, adıma leke süreceksin hemen gel de toparlayalım seni dedi canım kuaförüm. Sanki bir savaş vardı ve ben tüm cephelerde yenik düşmüştüm. Öldürücem Ömer seni diye tısladım sempatik kuaförüme. Sonrasında gözüm kararmış ne ara poşetlerimi geri alıp kendimi eve attım hatırlamıyorum. Hikayeyi duyan Nino’nun dövünmelerini anlatmayacağım.
Siz siz olun kendinize çekidüzen vermeden, çalan sokak kapısını bile açmayın. Karar aldım; sabahları salatalık maskem, buz kompresim olmadan güne başlamıyorum. Kalkar kalmaz giyinip, makyajımı yapıyorum. Bir sure evden çıkmayıp, adımı unutturacağım ve sonra sahalara dönüşüm muhteşem olacak! Özgüven mi? O dediğiniz, kirli tişört, sarkmış pajama altı ile deşifre olana kadarmış :)
Paylaş