Paylaş
20'li yaşlarınızı hatırlıyor musunuz? Hani o tamamen akışta olduğunuz, oldurmaya çalışmadan, umarsızca hayatla akıp gittiğiniz yılları... Dövizi, altını, okul taksidini, ev kredisini düşünmeden yaşadığımız bir dönem vardı; hepimizin kendimizce büyük heyecanlarının, sorularının, hayallerinin olduğu. "Okulu bitirince nerede işe gireceğim? Beğendiğim çocuk da beni beğeniyor mu acaba?" gibi konularımızın olduğu o dönemde hayatımın en önemli kararlarından birini gözümü kırpmadan almış, 22 yaşımda evlenmiştim. Sonrası tam bir dolce vita! Anne-babasız, kendimize ait evimizde, beyaz yakalı ve para kazanır olmanın gururunu taşıdığımız, harika bir arkadaş çevresi, bitmeyen programlar, ağız dolusu gülmelerin tadına doyamadığımız, tatile oraya mı gitsek, buraya mı gitsek hesaplarını yaptığımız..
20’li yaşlarımın sonuna geldiğimde kariyerimden, ilişkimden ve sosyal çevremden son derece memnun olduğum günlerden birinde, eşim çocuk sahibi olmak istediğini söyleyince nasıl şaşırdığımı hatta aklından şüphe ettiğimi hatırlıyorum. Daha biz çocuktuk, gezecek görecek çok yerimiz vardı, akşamları arkadaşlarımızla keyifli vakit geçirmek varken alt bezi mi değiştirecektik? Bir süre sonra eşim kararından çok emin olduğunu, hayatta en çok baba olmak istediğini, bunu benimle yaşamak istediğini ancak hemfikir olamayacaksak, farklı yollara gitmemiz gerektiğini müthiş bir netlikle ifade etti.
Birkaç gün düşündüm, çocuk aklımla rasyonel kararlar aldım ve karşısına geçtim. İlişkimizi bitirmek istemediğimi (nihayetinde aşıktım), çocuk doğuracağımı ancak taleplerimin olduğunu söyleyip, elimdeki word dökümanını uzattım. 3 sayfalık istek listeme göz gezdirip, bence uygun, hepsini kabul ediyorum dedi. Şaşırtıcı derecede kolay olmuştu. Listem hala duruyor, gerçek bir efsane! Gece bebek uyandığında asla kalkmam, hatta uykumun bölünmemesi için odası odamdan uzak olsun’dan tutun da, bebeği emzirmem, altını değiştirmem’e kadar varan her türlü tuhaf isteğimi utanmadan tek tek yazmıştım :)
Kısa zaman sonra hamileydim. Hamile olmanın tüm nimetlerinden, yani sonsuz yeme hakkından, kapris yapma özgürlüğünden, tam anlamıyla faydalandım. En ufak bir kaygım yoktu; bebek doğduktan sonra olacaklara dair. Aslında tek kaygım; doğum kilolarımı vermek ve acilen forma girmekti. Karnımda keyfi muhtemelen pek yerinde olan oğlum 42. haftanın son günlerinde lütfederek doğmaya karar verdi. Normal doğum olarak başlayan süreç, bebek zorlanınca sezeryana döndü. Aman dedim bayıltmayın sakın, başka birinin yeni doğan bebeği ile karışmasın, zaten çok gönüllü değilim, başkasının çocuğunu büyütmeyeyim yıllarca! Ters ters bakan doktor, epidural sezeryana ikna oldu. Ben hala çok rahat, başımdaki anestezi uzmanı ile sohbet halindeydim. Ve sevgili oğlum doğdu, yeşil beze sarıp göğsüme koydular. Amanın! Bu nasıl bir şeydi, nasıl güzel, nasıl mis, nasıl korunmasız.. Bu kısmını anne olanlara anlatmama gerek yok sanırım, çok da anlatılabilir bir duygu değil... O ilk tanışma saniyemize kadar atıp tutan ben, artık aşkla yanıyordum. Tahmin ettiğiniz gibi yapmış olduğumuz sözleşmenin maddeleri tüm hükmünü yitirmişti. Hatta onları yazan kötü kalpli kadından çok utanıyordum.
16 yıl oldu oğlumla hayatımız kesişeli. Kafamın çok karıştığı, çok kaygılandığım, çok mutlu olduğum, çaresiz hissettiğim, çoşkudan nefessiz kaldığım bir dolu anım oldu. Bu süreçte değişmeyen tek bir şey oldu; artık sadece anne- baba olarak birlikteliğimizi sürdürdüğümüz oğlumun babasına, doğurmam konusundaki ısrarı için her fırsatta teşekkür ettim.
Ben hiç düşünmemiştim anne olmayı, bebeğin ihtiyaçlarını, çocuk yetiştirmenin ne demek olduğunu.. Üzerinde düşünmediğim ve bilmediğim kocaman bir şey ile karşı karşıyaydım. Üstelik kullanım klavuzu da yoktu! Çok zorlandığım, korktuğum, çaresiz hissettiğim anlar oldu. Ama büyü hiç bitmedi. Kodlanmamış bir beyin ile tamamen saf bir kalp vardı karşımda. İki karış boyu olan miniğin beni şaşırtmalarına doyamadım, bilgeliğine ve doğallığına her defasında bir kez daha aşık oldum. Çocuğum büyürken yaşadıklarımı anlatacağım tüm yazılar bu kadar romantik olmayacak merak etmeyin. Böyle anlatınca kanatsız bir melek doğurduğumu sanmayın :) Bu günlerde en çok ihtiyaç duyduğumuz hayat coşkusu için, içimizdeki çocuğu hatırlatmak istedim sizlere. Hayata dört elle sarılabilmek ve mutlu olabilmek için fabrika ayarlarımıza dönmemiz gerek diye düşündüm. Çocukların net ve düz çalışan kafalarına, sonsuz iyimserliklerine ve yürekten inançlarına dönmemiz mümkün mü sizce?
Paylaş