Paylaş
Babam seslendi anneme; şekerim ben banyoya giriyorum.
Annem; geliyorum canım dedi. Noluyor yahu, sen mi yıkayacaksın babamı? Yoo dedi annem, giysilerini hazırlayacağım. Neden, babam ne giyeceğine kendi karar veremiyor mu, ezik misin sen, bırak kendi yapsın dedim. Sensin ezik, hoşuma gidiyor kocamla ilgilenmek dediGörevinin başına gitti.
Arkasından düşündüm. Neden aklıma ilk gelen ‘eziklik’ti?
Son yılların dayatması kadın-erkek eşittir, kadın güçlüdür, kadın kendi ayaklarının üzerinde durur, kadının kimselere ihtiyacı yoktur söylemleri düştü zihnime. Tüm bunlara söyleyecek sözüm yok! Elbette kadın toplum içerisinde aktif rol almalı, ticaretten siyasete her alanda varlık göstermeli. Ancak benim aklım şu eşitlik kelimesine takılı kalıyor. İnsan hakları açısından baktığımızda eşitiz tabi. Ama kadın ve erkek olarak ele aldığımda bizi, aklıma tam anlamıyla yatmıyor şu eşitlik işi.
Kadın ve erkek olarak birbirimizden farklı becerilerimiz ve yetkinliklerimiz var. Ve tüm bu farklılıklar bizi birarada çok da görülesi, renkli yapıyor. Bir erkeğin benden daha iyi araba kullanıyor olmasını, iş hayatında benden daha stratejik ve cesur davranmasını onun üstünlüğü olarak görebiliyorum ancak kendi eksikliğim olarak da algılamıyorum. Aynı şekilde benim aynı anda birden çok işi kolaylıkla ve neredeyse mükemmele yakın ölçüde yapabiliyor olmam da benim üstünlüğüm ama erkeğin eksikliği olmuyor benim kafamda.
Taa varoluşumuza kadar gidelim; kadının erkeğinden beklediği korunmak dolayısıyla güvende hissetmek. Erkeğin kadından beklentisi ise takdir ve şefkat görmek. Bu sebeple kadın, kendinden ve hatta diğer erkeklerden daha güçlü olan erkeğe, erkek ise sıcaklık ve yumuşaklık bulduğu kadına gidiyor.
Peki şimdi ne değişti? Ben, ihtiyaçlarımızda ve birbirimizi seçme kriterlerimizde bir değişiklik olduğuna hiç inanmıyorum. Hala kadın kendinden güçlü erkeği, erkek ise sevgisini alabileceği kadını arıyor. Ancak değişen bir şey var; o da kadının iş hayatında giderek daha güçlü rol alması ve ekonomik özgürlüğünü kazanmış olması. Bu güce sahip kadınların müdanasızlığına, bunu başarmış olmalarına bayılıyorum. Ben de yıllardır bu kadınlardan biri olmaya çabalıyorum. Söz sahibi olmak, başarmak, ihtiyacım olan parayı kazanmak, kimseye muhtaç olmamak kendimi çok iyi hissetmemi sağlıyor. Buraya kadar herşey harika. İlişkilerdeki çatışma, iş kadını ceketimi evde de giymeye devam ettiğimde başlıyor. İş yerimde 30 kişiyi yönetiyor olabilirim. Eve gelip sevdiğim adamı yönetmeye, hatalarını yüzüne vurmaya, direktif vererek olması gerekeni anlatmaya kalktığımda işler sarpa sarıyor. Bir adım sonrasında ben herşeyi yaparım tutumuyla hayatımdaki erkeğin sahip olduğu tüm alanları ele geçirmeye başlıyorum. Bozulan musluğu da ben tamir ettiriyorum, evin alışverişini de ben yapıyorum, oğlanın okulu ile de ben ilgileniyorum...
Ve daha da kötüsü tüm bunları yaparken bir de şikayet ediyorum. Yoruldun hayatım ben yardım edeyim diyen sevgilime, sen ne anlarsın domates seçmekten diye hırlıyorum. Bence uzatmaya gerek yok siz tabloyu çok iyi biliyorsunuz. Gücü elimize geçirmeye ve yönetmeye bayılıyoruz. Oysa dersin konusu yönetmek değil paylaşmaktı. Bir süre sonra konudan tamamen uzaklaştığımızı farkediyoruz illa ki. Ama çoğu zaman ilişki adına iş işten çoktan geçmiş oluyor.
İlişkide özü unutmamak gerek. Eve dönerken, o hayran olduğumuz güçlü adama döndüğümüzü hatırlamamız gerek. Bütün gün nelerle savaştığımızı, ne güçlüklerin üstünden geldiğimizi anlatırken, arada sevdiğimize de sen ne kadar iyi iş çıkartmışsın demeyi bilmek gerek. Yoksa hep güçler savaşına dönüşür ilişki dediğimiz şey.. Ben onu yaptım, ben bu kadar kazandım, bunun karşılığında sen ne yaptın hesabıyla geldiğimiz nokta belli. Erkeğin evi çekip çevirmesine izin vermek, evde onu asiste etmeye gönüllü olmak gerek. Siz yine çalışın, üretin, kazanın paranızı. Ama kimsenin kafasına kakmayın başarınızı.
Banyodan çıkan babam, annemin giymesi için hazırladığı çorabı yatağın üzerinde bulduğunda ya da ‘en zor zamanımızda bile benim kocam bir çözüm yolu buldu’ diye annem ağız dolusu anlattığında, görüyorum ki orada hoşgörü, şefkat, sevgi ve saygı ile örülmüş bir iletişim ve bundan doğan bir ilişki var. Kadın ve erkek rollerine sahip çıkmış, ilk günki çıkış noktalarına sadık kalmış. Kendi alanlarını birbirlerine kaptırmamış.
Fabrika müdürlüğü yapan annem iş yerindeki kararlı, güçlü, tavizsiz tutumunu evde de sergileseydi neler olurdu diye düşündüm de bir an.. Hangimiz daha uzağa işeyecek yarışı yapan iki ergen görüntüsü geldi gözümün önüne. O ergenlerle büyümediğim için hem şanslı hem mutluyum. Çocuğum da bu şansı hakediyor.
Paylaş