Paylaş
Yazdığı araştırma inceleme kitaplarından sonra bu kez bir anne bebek kitabı yayımlayan Serap Yeşiltuna “Hele Bir 40’ı çıksın” kitabıyla bir anneyle bebeğinin ilk kırk gününe odaklanıyor. Yeşiltuna’yla bir araya geldik ve hem sosyal baskıyı hem de kitabını konuştuk.
Bu kitabı yazma fikri nasıl çıktı?
Anne olduktan sonra anladım ki, Türkiye’de anneler rahat değil! Üzerlerinde büyük bir toplumsal baskı var. Özellikle de kadının kadına olan baskısı... Yeni anne olan birine hem kayınvalideler hem de diğer anneler sosyal bir şekilde baskı yapıyor. Ben de bu sosyal baskılara karşı anneleri güçlendirecek ve rahatlatacak bir ilk kırk gün özeti sunmak istedim. Kitaba bolca da resim koyduk ki, anneler bebeğiyle bir masalın içinde yaşadığını fark etsin.
Sosyal baskıdan söz ettiniz. Türkiye’de yeni anneler ne gibi sorunlar yaşıyor?
Bir defa bizde bir gelenek var. Yeni doğum yapan bir annenin evine tüm akrabalar, eş dost doluşuyor. Bu ilk bakışta iyi niyetli gibi görünse de zaten yorgun olan anneyi daha da yoruyor. Oysaki yeni annenin uykuya, dinlenmeye, bebeğiyle baş başa kalmaya ihtiyacı vardır. Bir de anneler ilk günden itibaren “Sütü sağılacak inek” gibi görülüyor. Bu da anneye kendini çok kötü hissettiriyor. Tabii sosyal baskı meselesinin de hiç ardı arkası kesilmiyor. Yeni anne olana karşı ilgi ve şefkat olması gerekirken ilginç biçimde bazen örtülü bazen de açık bir baskı uygulanıyor. “Sütün yetiyor mu”, “Bu bebek biraz zayıf kalmış”, “Beslenmiyor galiba”, “Az giydirmişsin, çok giydirmişsin”, “Niye bu havada sokağa çıkardın” gibi binlerce cümle kuruluyor. Bu bazen anne, bazen kayınvalide, bazen bir arkadaş, bazen de yeni tanıdığınız biri olabiliyor. Çoğunlukla yüksek sesle ifade etmese de anneler çok yıpranıyor.
Kitap aslında bir annenin iç konuşmalarını da içeriyor. O kırk gün nasıl geçiyor?
O ilk kırk gün çok zor bir dönem. Hele ilk bebekse ne yapacağınızı bilmiyorsunuz, bazen kendinizi çaresiz hissediyorsunuz. Bazen de bebek bir yanda, siz bir yanda sadece ağlıyorsunuz. Kitaba “Hele Bir 40’ı Çıksın” ismini vermem tesadüf değil. “40 günü” önemsiyorum. Türk mitolojisinde yeri olduğu kadar, tıbbın da konusu olan bir rakam bu. Annenin vücudu kendini ancak bu sürede toparlıyor, bebek dışarıya ancak bu sürede uyum sağlıyor. O nedenle binlerce yıldır “Hele bir kırkı çıksın” diyoruz. Bu çadırda yaşarken de böyleydi, modern dünyada da böyle…
Bu süreçte yakınlara düşen görevler neler?
Bir defa anneler o süreçte bolca uyutulmalı, dinlendirilmeli. Evde yemeğe, temizliğe, anne ve bebeğe yardımcı olacak birilerinin olması elbette ki şart. Ancak, anneyi yoracak her türlü misafirperverlik zor. Annenin sütü bile etkilenebiliyor bu durumdan. Ayrıca anne mümkün olduğunca olumlu cümleler duymalı, sevgiyi, şefkati ve ilgiyi üzerinde hissetmeli.
Annelerin en çok karşılaştığı soru “Sütün geliyor mu?” sorusu… Bu konuya nasıl yaklaşmak gerek?
En önemli konu bu aslında. Özellikle son yıllarda anne sütüne yönelik ciddi bir farkındalık var. Son zamanlarda anne sütüyle ilgili bilinçlendirme toplantıları yapılmaya ve “İlk ay sadece anne sütü” kampanyaları ön plana çıkmaya başladı. Bunu önemsemek, bu bilinci artırmak gerekiyor. Ancak bu bilinç anneye yönelik gereksiz baskıya dönüşmemeli. Bazı kadınlar ne yapsa olmuyor. Sütle dolup taşan buzluklar bazı anneler için bir hayal. Meselâ ben hep bu hayalle büyüttüm oğlumu. Sütün yetip yetmediği ancak bebeğin gelişmesiyle ilgilidir buna da ancak hekim karar verir. Yani yoldan geçen teyzenin ya da üst komşunun “Aaa sütün az!” demesi bir şey ifade etmez. Bu konuda anneler rahat olsunlar, hislerine ve hekimlerine güvensinler.
Herkesin bebekle ilgili bir şeye karışması anneyi nasıl etkiliyor?
Her kafadan bir ses çıktığında ister istemez anne huzursuz oluyor. Doğru yapacağı varsa da yanlışa yöneliyor. Mutsuz oluyor. Bazen bu seslere kulağımızı tıkamak en doğrusu.
Bebekleri büyütürken geleneksel yöntemler bir yanda modern yöntemler diğer yanda! Ne yapmalı, nasıl olmalı?
Bir yanda anneler, kayınvalideler, bir yanda kitaplar! Bir yanda da standartlar! “Bebeğim hangi yüzdelik dilimde?”, “Kaç kilo almış?” gibi sorular, “Kitapta bu yazıyor ama annem böyle dedi!” gibi çelişkiler arasında sıkışıp kalıyoruz. Etrafımıza dönüp baktığımızda her insanın bir olmadığını görürüz. Kimimiz uzun, kimimiz kısa, kimimiz zayıf, kimimiz şişman… Bebekler de böyle. Standart ölçüler bulup onlara uymaya çalışmaktan vazgeçmek gerek. Anne, onu strese sokan konuşmalara değil kendi iç sesine kulak vermeli. Bence en doğrusunu o ses söyler.
Peki ya babaya düşen görevler?
Babalar elinden geldiğini yapmalı. Son yıllarda bu konuda daha bilinçli ve yardımsever davranılıyor ki bu iyi bir gelişme. Aslında babalar belli etmeseler de kendilerini çok çaresiz hissedebiliyorlar. Özellikle o kırk günlük süreçte ne yapacaklarını bilemiyorlar. Bu da çok normal. Bence en başta anne ile sonra da bebekle ilgilenmeliler.
Kayınvalideler veya anneler peki?
Aslında bu süreçte anneye en çok destek olan onlar. Ancak bu süreçte hiçbir zaman suçlayıcı, eleştirel veya annede stres oluşturacak herhangi bir cümle kurmamaları gerekiyor. Sadece destek olmak, sakince karşılamak, karşılıklı şefkat göstermek her şeyi yoluna sokuyor.
Anne baba adaylarına hem de ebeveynlere önerileriniz neler?
Anne Meclisi geçtiğimiz haftalarda ‘Anneye Laf Yok’ başlığı ile bir farkındalık kampanyası başlattı. Anneye yönelik baskıların yüksek sesle dile getirilmesinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bu konuda herkes bilinçlenirse anneler de kendini bu zor günlerinde daha mutlu hisseder, daha huzurlu olurlar. Anneler kalplerinin ritmine, içlerindeki sese kulak vermeliler. Çünkü bebek için en doğrusunu yine anne bilir, zaten doğa da bizi böyle ayarlar. Hele bir kırkı çıksın, zaten gerisi çorap söküğü gibi gelir.
Hele Bir 40’ı Çıksın, İleri Yayınları, 79 sayfa
Resimleyen: Nuran Özekçin
Paylaş