Paylaş
“Eşim eskisi gibi ilgili değil artık doktor hanım; eskiden günde üç dört defa arardı, eve gelmeden önce sürprizler yapardı. Yolda yürürken elimi tutar, annesine gittiğimizde masadan kalkmamı bile istemezdi. Şimdi her şey değişti sanki, kocamın benden her geçen gün uzaklaştığını hissediyorum. Sanki beni arzulamıyor artık, birkaç kez reddedildim, bu gururumu çok incitti. Sürekli nedenini anlamaya çalışıyorum; acaba kilo mu aldım? Bebeğimiz oldu göğüslerim mi sarktı, beni sıkıcı mı buluyor? Sorular sorular? Aklımda binlerce soru var? Ne yapacağımı bilmiyorum! “
Bu ve benzeri şikayetleri olan çiftlerden bir çoğu yukarıdaki örnekte olduğu gibi daha evliliklerinin ilk yıllarında bu sıkıntıları yaşamaya başlıyorlar. Aslında sanılanın aksine çiftlerin iş güç, eş dost, çoluk çocuk gibi günlük meşgalelere kapılarak birbirlerinden uzaklaşmaları, o ilk günkü heyecan, tutku ve büyünün bozulması, şehvet duygusunun yoksullaşması bir sorun değil doğal bir süreçtir. Kadın ve erkeğin doğasındaki farklılıklar doğru anlaşılmaz ise evlilikte yaşanılan inişler ve çıkışlar sonucu büyük kazalara neden olabilir.
Cinsel Sağlık Enstitüsü Derneği (CİSED) tarafından Türkiye’de düzenlenen bir ankette ; 3 bin 290 evli kadına ‘Kocanızın sizi ilk günkü gibi arzuladığını düşünüyor musunuz?” sorusu sorulmuş, katılımcıların yüzde 72’si bu soruya ‘Hayır’ yanıtını vermiş. Bu çarpıcı sonuç bize gösteriyor ki evliliklerinin bir döneminde kocaları tarafından artık arzulanmadığını hisseden, yatakta reddedilen kadınlar azımsanmayacak kadar çok ve benzer duygu durum evrelerinden geçmekteler;
Evliliğinin rutine bindiğini ve artık eskisi gibi arzulanmadığını düşünen kadın;
1. Evrede önce kendini suçlar. "Ben çirkinim. Bedenim çekici değil. Artık eskisi gibi seksi değilim ve kocama yetmiyorum" diye düşünür.
2. Evrede eşini suçlamaya başlar. ‘Beni anlamıyor, dinlemiyor. Artık bana yeterince ilgi göstermiyor’ der.
3. Evrede ‘paranoya hali’ başlar , eşinin kendisini aldattığını, başka bir kadın olduğunu düşünür.
4. Hatta daha da ileri gider ve dördüncü evrede eşinin eşcinsel olduğundan bile şüphelenir.
5. Evrede depresyona girer, yetersizlik duygusu giderek artar,
6. Evre SEÇİM evresidir; ya bu durumu kabullenecek, ya boşanacak ya da bir terapiste giderek gerçekte neler olduğunu anlamaya çalışacaktır.
• Var olan sorunu yok sayıp, durumu olduğu gibi kabullenme seçeneği; elbette doğru bir seçenek olmayacaktır. Çünkü bu seçenek sadece evliliğin birkaç yıl daha sürmesini ancak çözümsüzlüğün getirdiği mutsuzlukla sürmesini sağlar.
• Boşanma seçeneği ise bir çiftin elinden gelenin en iyisini yaptığı halde yürümeyen evliliklerde düşünülmelidir. Oysa en son söylenmesi gereken ‘ BOŞANALIM ‘ kelimesi şimdi gençlerin ağzından o kadar kolay çıkan bir kelime oldu ki !
• Son seçenek aslında ilk seçenek olmalıdır, yani; yaşanan sorunun köklerine inmek ve gerçekte bu evlilikte neler olduğuna bakmak çok daha akılcı ve çözümcül olacaktır.
Örneğin ; sorunun kökünde erkeğin eşine duyduğu kızgınlık ve öfke yatıyor olabilir. Karısı tarafından sürekli eleştirilen, asla takdir edilmeyen, başkalarıyla kıyaslanan, yaptıkları onaylanmayan, sık sık terslenen, sürekli şikayet edilen erkek eşine duyduğu kızgınlık ve öfkeden dolayı ondan uzaklaşmış olabilir. Bu durum defalarca tekrarlandığında eğer çift bu konuyu açıkça konuşmuyor ise erkek giderek duygularını içe atıp, davranışlarıyla tepkisini gösteriyor olabilir.
Unutulmamalıdır ki sorunlar ne kadar erken tespit edilirse, ilişki o kadar yara almadan kurtulacaktır.
NOT: Danışan öyküleri etik ilkeler gereği değiştirilmiştir.
Elbette boşanma aşamasına gelinen süreç boşanma sonrası hangi duyguların yaşanabileceği için bir ip ucu oluştursa da nasıl ayrılınırsa ayrılınsın her iki taraf da benzer kaygıları ve duyguları yaşayabiliyor:
1. PİŞMANLIK:
Kaybetme korkusuyla pekişen “ keşke bunu böyle yapmasaydım” ya da “ eğer o sözleri söylemeseydim eşim böyle davranmazdı “ gibi cümlelerle en sık yaşanılan duygulardan biridir. Ancak geçmişte yaşanılan hataların yeterince analiz edilmesi için yeterli bir duygu değildir. Eğer hata yapan taraf nedenleri fark etmez, düzeltmezse pişman olması geçici bir ‘anı kurtarma ‘ davranışından öteye gidemeyecektir.
2. ÖFKE:
Genellikle bırakıldığını, terk edildiğini düşünen tarafın daha çok hissettiği bir duygudur. Boşanma sürecinde yaşanılan tüm olaylar ve sarf edilen sözler daha çok suçlama şeklinde gerçekleşir, öfke duygusunun getirdiği düşüncesizce hareket etmek ardından sözel veya fiziksel şiddete dönüşebilir.
Öfke hisseden kişi kendi hatalarıyla yüzleşemez çünkü bilincin geliştirdiği bir savunma mekanizması olarak ortaya çıkar. Aslında kendini zayıf hisseden kişinin ilişkiye duyduğu yoğun ihtiyacın ve hala eşinden beklentileri olduğunun bir ispatıdır.
3. NEFRET:
Çiftler geri dönülemez bir noktaya geldiklerini fark ettiklerinde bu duyguyu yaşamaya başlarlar. Geçmişte yaşadığı tüm kırgınlıklarına rağmen hala alıştıkları ilişkiye ihtiyaç duyarlar ancak ayrılığın sert rüzgarları esmeye başladığında duydukları derin acıya, acı öfkeye, öfke de nefrete dönüşerek karşıdaki kişiyi ötekileştirmeye ve acıyı kendinden uzaklaştırmaya çalışır. Maalesef ki nefret kişinin iç görüsünü kapatır, nefreti içinde canlı tuttukça aslında içindeki sevgiyi ve beklentiyi de canlı tutuyordur.
4. YAS:
Çok sevilen ve değer verilen bir şeyin kaybının ardından geliştirilen bir yaşam tepkisidir. Eşlerden biri kendi içinde ilişkinin yeniden onarılabileceğine, yeniden birlikte olma ihtimaline karşı geliştirdiği umudunu kaybettiğinde yas sürecine girebilir. Hayattan elini eteğini çekmek ister, yalnız kalmak ve acısını yaşamak ister. Bu süreci ne kadar sürede atlatabileceği, yeniden hayata tutunabileceği, kişinin kişilik yapısına, o ilişkideki paylaşımlarına , duygularının derinliğine, çocuklarının yanında olup olmamasına, çevresel desteklerinin varlığına göre değişir.
5. AİDEYETSİZLİK:
Boşanmasın ardından ilk hissedilen suçluluk duygusu, öfke , nefret gibi duygularla kendini gösteren acı hissinin hafiflemesi ile birlikte kendini boşluk içinde hissetme gelişebilir. Ayrılınan eşe aktarılan duygunun yerini “ Hiçbir yere ait değilim “ hissi kaplayabilir. Bu durum özellikle evliliğinde fazla eş odaklı yaşayan kadınlarda daha sık karşımıza çıkmaktadır. Ayrılığın ardından zamanla sosyal çevresini geliştirdikçe,daha kendi odaklı yaşamaya başladıkça azalacak ve yeni bir yaşam amacı geliştirecektir.
Paylaş