Paylaş
Son yıllarda diğer spor dallarını gölgesinde bırakan futbol, sahalarda yaşanan şiddet olayları ile birlikte gündemde daha çok yer almaya başladı. Öyle günler yaşadık ki futboldan başka hiçbir şey konuşulmamaya başladı.
Televizyon ekranlarının neredeyse yarısını futbol kaplıyor, futbol konuşuluyor, futbol insanları sokaklara döküyor. Statlarda veya televizyon karşısında kalp krizleri geçiriliyor, hatta ne yazık ki sözde futbol için cinayetler bile işleniyor.
Fanatizmin sözlük anlamı; bir kimseye veya bir şeye aşırı düşkünlük ve tutkuyla bağlılık, taassup, bağnazlık olarak tanımlanıyor. Fanatizmin lügatında "alternatif" diye bir şeye yer yoktur. Dünya onun için tek boyutludur ve bu boyut da kendisidir.
Hayranlık ile fanatizm kavramları hep karıştırılan kavramlar, oysa hayran ile fanatik arasında fark vardır. Fanatik bir kişi davranışları ile sosyal normları çiğneyip ihlal ederken, hayran bir kişinin davranışında ise böyle bir ihlal yoktur.
E. M. Cioran Çürümenin Kitabı eserinde “Fanatizmin Seceresi” başlığı altında fanatizmle ilgili şöyle yazıyor:
“Aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu canlandırır, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona; saflığını yitirmiş, inanca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır, bir olay çehresine bürünür: mantıktan sara hastalığına geçiş yamalanmış olur. İdeolojiler, doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar.”
Herhangi bir takımın taraftarı olmak, bir dinin mensubu olmak ya da bir siyasi partinin yandaşı olmak durumunda birtakım benzerlikler söz konusudur. Taraftar olan kişi belli bir noktadan sonra mantığı ile değil de duyguları ile hareket etmeye başlar. Tuttuğu spor kulübü başarısız neticeler alsa da, desteklediği siyasi bir parti seçimlerde kaybetse de ya da amacından sapsa da taraftar olan kişi onu desteklemekten geri kalmayabilir. Kişinin ya da taraftarın desteklediğine karşı olan sempatisi kimi zaman öyle boyutlara varabilir ki başarı ya da başarısızlıklarda sevinç ve hüzünler üst seviyelere çıkabilir. İşte o zaman fanatizm olgusundan bahsetmeye başlarız.
Bu müptelalığın asıl nedeni bireyin hayatta istediğini elde edememesidir. Ailevi, çevresel, ekonomik ya da toplumsal sorunları olan, sahibi olduğu kimliklerden tatmin olmayan bireylerin bir nevi barınağı haline gelmiştir bu bağlılık. Kendisiyle aynı şartlar altında olan diğer bireylerle bir araya gelen kişi, grup oluşturmanın vermiş olduğu güvenle davranışlarında birçok sapma gösterebilir. Birey artık taraftardan çok fanatik olmuştur. Başkalarına zarar verebilir, kesebilir, küfredebilir, dövebilir hatta öldürebilir. Tüm bunları kendisi için değil, fanatiği olduğu ‘kurum adına’ yapmaktadır.
Fanatizm olgusu en çok kendini sporda göstermektedir. Sporun rekabete ve kazanmaya dayalı yapısı tarih boyunca insanlar arasında birtakım mücadelelere yol açmıştır. Sporda rekabet değince de bütün dünya da ilk akla gelen futboldur elbette ki.
Futbolun toplumların afyonu olduğu savunulur. Yıllarca Brezilya, Arjantin, Portekiz gibi ülkelerde en yaygın ve popüler kitle pasifikasyon aracı olarak futbol kullanılmıştır. "Futbol olmasaydı ben Portekiz’i yönetemezdim" diyen General Antonio Salazarın Portekizi 3F (Fiesta, Fado, Futbol) ile idare ettiği söylenir.
Futbol fanatikleri tuttukları kulüp ya da takımın dışında öteki kulüp ya da takımlara karşı kendilerinde mutlak bir nefret duygusu barındırarak kavgacı bir duruş sergiliyorlar. Maçı izlemeye giderken üstlerinde kesici delici aletler, zincirler, sanki savaşa gidiyormuş gibi hazırlanmayı yaygın bir alışkanlık haline getirdiler.
Şiddeti besleyen en önemli faktörleri üç noktada toplayabiliriz. Bunlardan birincisi aile ve çevre, ikincisi eğitim seviyesi ve üçüncüsü ve bekli de en önemlisi medyadır. Kişilik gelişiminde önemli etkilere sahip bu kurum ve araçların şiddete yönelik tutum ve davranışların, dünya görüşlerinin ve hayata bakış tarzlarının gelişiminde önemli bir etkiye sahip olduğuna şüphe yoktur. Örneğin; aile içinde şiddete tanık olan bir çocuk için ilerde statlardaki şiddet sıradanlaşacaktır.
İ.Ü. Cerahpaşa Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı öğretim üyelerinden Prof. Dr. İbrahim Balcıoğlu "Sporun Sosyolojisi ve Psikolojisi" adlı kitabında; taraftarının kişilik özelliğiyle ilgili şunu söylüyor:
"Futbolda üstünlük mücadelesi, üstün olma yenme iddiası, yenilmeme azmi, biz-ötekiler ikiliği işin tabiatında vardır. Tuttuğu takımla kimliğini bulma, özdeşleşme, futbol ile doruğa çıkıyor. Az gelişmiş toplumların bireyleri de az gelişmiştir. Yenilgiyi kabul edemez. Şiddete yönelir. Toplum olarak başka alanlarda gösteremediği başarıyı sporda gösterince, bunu abartır. Oysa gelişmiş ülke insanının ülke olarak başka başarıları var ve sporda başarısız olduklarında dünyanın sonu gelmiyor. Bu durum toplumdaki bireyleri de etkiliyor."
O halde, fanatizmin şiddet eylemlerine dönüşmemesi için öncelikle ilkokuldan başlayarak eğitime önem verilmelidir. Suça ve şiddete yatkın bireyler olarak yetişmesi önlenmelidir.
Göç alan bölgelerdeki bireylerin toplum merkezleri aracılığı ile uzun soluklu projeler ile uyum sorunları çözülmelidir.
Medyanın özellikle canlı yayınlarda sporun birleştirici, kaynaştırıcı yönde olmayan, aksine kışkırtıcı nitelikteki sunumları önlenmelidir
Ülke olarak gelişmişlik düzeyimizin artması, spor dışı alanlarda da başarılarımızın artması için gençlerin önü açılmalıdır.
Paylaş