Paylaş
14 yıllık evliyiz, 10 yaşında kızımız , 4 yaşında oğlumuz var. Çocuklar olana kadar eşim benimle ve evle daha ilgiliydi. Cinsel hiçbir sorunumuz yoktu. “Bir an önce şu iş bitse de eve gitsek “ diye düşünüyorduk. Hamile kaldığımı öğrendiğimiz gün heyecandan ölecektik neredeyse, ancak ne zaman ki oğlumuz doğdu, annesi ve babası bizim eve çok sık gelmeye başladılar, eşimin keyfi kaçtı. Bir süre sonra işlerim uzadı, toplantım var bahanesi ile eve gelmemeye , küçük şeylere çabuk sinirlenmeye, yerli yersiz benimle kavga etmeye başladı. Önceleri uykusuzluk, çocuk derken pek alttan alamıyordum ama sonraları alttan almaya hatta boş vermeye başladım. Ben çocuğa yoğunlaştıkça onun öfkesi daha da arttı.
Ara sıra dalgın ve mutsuz olduğunu fark ediyordum ama bu kadar kötüleşeceğini eşimin depresyona gireceğini, kendini bizden, işten, arkadaşlarından soyutlayacak kadar geri çekileceğini hiç düşünmemiştim. Bir türlü konuşmayı başaramıyoruz, çocuklar babalarını özlüyorlar, oyun oynamak, sinemaya, parka gitmek istiyorlar. Bense aşık olup evlendiğim adamı kaybetmenin şaşkınlığı ve derin bir yalnızlık içindeyim. Ne yapacağımı şaşırdım, bize neler oldu doktor hanım?
Bu örnekte olduğu gibi evlilik hayatı aslında kendi doğumumuzla birlikte geldiğimiz aileye psikolojik geri dönüşün bir yansımasıdır. Eğer çiftlerden biri veya her ikisi büyüdükleri aile içinde duygusal ihmal edilmiş, anne ve babalarına güvenlerini yitirmiş, onlardan koşulsuz sevgiyi alamamış, hatta anne veya babası tarafından terk edilmiş ise, yıllar sonra bütün bu yaşanılanlar danışanların öfke duygularını 'İçe ya da dışa yansıtması' neden olur.
Çift terapisinin ilk aşamalarında bireysel öykü almaya başladığımda; Ahmet beyin 4 çocuklu bir ailenin tek erkek çocuğu olduğunu, kendisi 2 yaşındayken ticari yaşamında alacak verecek davasından babasının bir kavgaya karıştığını ve daha sonra yaklaşık 7 yıl hapis yattığını, bu süreç içinde annesinin tek başına çocuklara bakmakta zorlandığı için Ahmet ‘i başka bir şehirde yaşayan halasına bıraktığını, zaten maddi durumları kötü olan halasının yanında kendini bir yük, işe yaramaz bir sığıntı gibi hissettiğini, babası hapisten çıktıktan sonra da 9 yaşında tekrar ailesinin yanına döndüğünü öğreniyorum.
2-9 yaş arasındaki bu süreçte her ne kadar halası ona ikinci annelik yapsa da aklı erdikçe; “ Neden kardeşlerimi değil de beni bıraktı annem” sorusunu kendine sıkça sorduğunu ve hem annesi hem de babası tarafından terk edilmişliğin acısı içinde gün geçtikçe büyüttüğünü öğreniyorum.
Babası döndükten sonra aile bir arada yaşamaya başlamış, maddi durumları düzelmiş, daha iyi bir evde oturuyor, daha iyi arabalara biniyorlardı. Hatta ortaokul ve liseyi özel bir kolejde okumuştu, ama aksi, sinirli, sürekli bağıran babasına neredeyse hiç karşılık vermeyen alttan alan annesine bir yandan acıyor, bir yandan da onu terk edip gittiği için içten içe öfke duyuyordu.
Ahmet bey yıllar sonra çok başarılı bir okul hayatı geçirmiş, mimar olmuştu. Hiç kimseye muhtaç olmamak için çok çalıştığını ve “ Olur da benim başıma bir şey gelirse çocuklarım rahat etsin” diyerek bankada yüklü miktarda para biriktirdiğini söylüyordu.
Bir yandan Ahmet Bey'in çocukluğunda yaşadığı terk edilmenin yarattığı korkunun ve depresyonun şimdi nasıl yeniden canlandığının farkına varmasıyla çalışırken bir yandan da kendini babası yerine, eşini de annesi yerine koyarak çocukluğundaki sahneleri farkında olmadan yeniden canlandırdığını, yeniden terk edilmekten ne kadar korktuğunu ve bu duyguları tamir etmeye çalışırken nasıl işlerin daha da çıkmaza girdiğini fark etmesine çalışıyordum.
Sonunda çift yaşanılanları anlamlandırmaya başlamış, Ahmet Bey'in eşi ondan ilgisini ve sevgisini geri çekmesinin ne kadar yanlış olduğunu fark etmiş, buz dağının altını gördükleri için açık iletişim kurarak problemlerini çözmeyi başarmışlardı.
Paylaş