Paylaş
Geçtiğimiz haftalarda bir çılgınlık yapıp Büyük Ada’ya gittik. Vapur iskelesine gelir gelmez taşındığımızdan bu yana şehirden ne kadar koptuğumuzu fark ettim. İlk hissiyatım “kalabalık, karmaşa, pislik, gürültü”oldu; kendimi turistten daha turist hissettim. Öyle ki ben kalabalığa karışmayalı seyyar satıcılar balon yerine “selfie çubuğu” satmaya başlamışlar.
Vapura bindiğimizde martıları seyrederek gitmenin güzelliğini anlattım oğluma; simit atmanın keyfini. Ada iskelesinde bizi siyasi partilerin halayları karşıladı, şenlik kalabalık burada da gırla. Arkadaşlarımızı bulduk, harika bir yemek yedik. Dönüşümüz 20:00 vapuru; bizimki bütün gün koşturmaktan ve açık havadan yorgun düşüp kucağımda sızdı. Sol cenahtaki 6’lı koltukta oturan 3 çocuk ve 2 aileye gözüm kulağım takıldı. 7-8 aylık bir bebek,1 yaşlarında bir çocuk ve bir de okul çağında bir abla. Hal-tavır kılık-kıyafetinden mütevazı bir hayatı olduğunu düşündüğüm bebek ve ablanın annesi elindeki akıllı telefonundan gözünü alamıyor. Her halinden uykusu geldiği için huysuzlandığı belli olan bebeğiyle alakası yok. Bebek babanın kucağından kendini anneye atmaya çalışıyor, belli ki sakinleşip annesinin omzunda sızma derdinde ama nafile. Annenin umrunda bile değil. Bebek bağırıyor çağırıyor, hüngür hüngür ağlıyor, anne dönüp yalandan “agu bugu” yapıyor sonra hoop tekrar akıllı telefondaki fotoğraflar, mesajlar… Az sonra bir süredir ortada olmayan kız çocuğu geri geliyor. Anne birden hiddetleniyor; sen neredesin, neden izin almadan gittin? Kızının yokluğunu fark ettiğinde poposunu koltuktan, kafasını telefonundan kaldırmak yerine geri döndüğünde kızını azarlamayı yeğliyor. Kendi kendime “herhalde bu rahatlıktan pek bir pırıl pırıl yıpranmamış hali var” diye düşünüyorum.
Vapurdaki bu ekibin hayatına göz misafirliği ederken kendimi sorgulamaya başlıyorum. Ben ne kadar akıllı telefon bağımlısıyım, günümün kaç saatini bazen gereksizce harcıyorum. İş, güç, trafik ve zorunluluklardan çocuğuma kalan zamanımın ne kadarında akıllı telefonumla vakit geçiriyorum.
Hep çocukların, yeni neslin elinden telefon, tablet düşürmediği konuşuluyor ama asıl bağımlı anne-babalar hatta anneanne-babaanneler. Her şeyin bir rehabilitasyonunun olduğu Amerika’da teknoloji bağımlılığı epey popüler ve buna özel tedavi merkezleri çoktan açılmış.
Çocuklar sonuçta biz onlara ne sunarsak ve önlerinde ne yaparsak onu yapıyorlar. Göz doktorumuz oğluma “astigmat başlangıcı” teşhisi koyduğunda altı ay cihazları ortadan yok etmiştim, iş için ihtiyacım olduğunda gizli gizli kullanıyordum. Şaşırtıcı bir şekilde bir iki sefer dışında oğlum dönüp sormadı. Sonra tabii yine gevşedik. Aslında “bebek bakıcılığı” yapan bu cihazlar olmayınca ister istemez iş başa düşüyor; akşamları, hafta sonu dinlenmek yalan oluyor. İnanın hepimiz aynı gemideyiz ama çocukla vakit geçirme ya da kendinize vakit ayırma konusunu eşinizle paslaşarak çözmek çok mümkün. Hatta bazı oyunlar dinlendirici bile olabilir. En kötü, yayılın kanepeye birlikte güzel bir animasyon filmi seyredin, inanın yetişkin filmlerinden daha yaratıcı ve eğlenceli birçoğu. Televizyon belli bir mesafeden seyredildiği ve internet bağlantısı olmadığı için kesinlikle daha az zararlı.
Mailler bekleyebilir, facebook, twitter, instagram bir yere kaçmıyor. Bazen paylaşmak için yaşayan insanların çoğaldığını gördükçe nadiren paylaşan bir anne olarak iyice tedirgin oluyorum. Duruyorum ve hem kendime hem size soruyorum “Sınırı nerede çizmeli?”
Paylaş