Paylaş
Cumartesi günü çantasını özenle hazırladık. Spor kıyafetleri ayrı torbaya, çamaşırlar farklı bir yere, basketbol ayakkabısı, yürüyüş ayakkabısı valizin kenarlarına, şortları, tişörtleri poşete konuldu. Kirli çamaşırlarını yerleştireceği birkaç büyük poşet valizin ceplerinde yerini aldı. Sıkı sıkı tembih edildi ve yola çıkıldı. Hedefimiz Sabancı Üniversitesi. Oğlum, liseye başlamadan üniversiteli olacak. İlgi duyduğu dersleri önceden seçti, aralarda yapacağı etkinliklere karar verdi ve 12 günü geçireceği kampüs hayatına kendini hazırladı. Bizim için de farklı bir deneyim olacaktı.
Yaklaşık bir saatlik bir yolculuğun ardından kampüse vardık. Kapıda güvenlik kontrolü (valizlerde sigara, içki var mı?) yapıldı. Yaz okuluna dünyanın farklı ülkelerinden öğrenciler de katılacaktı. Bizimki en küçük grupta. Yani lise hazırlıkta. Kayıt yerinin ardından yurda gittik. 4 kişilik odaya ilk varan biz olduk. Bizimki yataklardan birini seçti. İlk kez ranzada yatacak, ilk kez bir yurtta konaklayacak. Ben etrafın temizliğini denetlerken o internet bağlantısını yokladı. Yatağa kendini attı. Odayı sevdi. Doğrusu biz de birkez daha üniversiteli olmak istedik.
Kampüsü turladık, havayı birlikte kokladık. Bizim ergen irisi her ne kadar umrumda değil havalarında takılsa da babasıyla birlikte gözlerinde endişeye rastlamadık değil. Bu ilk deneyimi yaşamasını istedik. Evde gece 2’ye kayan uyuma, öğlen 12’de uyanma seansları böylece normale dönecekti. Ayrıca yatılı okumak istiyordu. Bu onun için iyi bir deneme olacak.
Hepimiz için en cazip tarafı farklı bilim dallarını tanıyıp, gelecekte seçeceği meslekle ilgili ipuçları alabilecek. Dünyanın ve Türkiye’nin farklı yerlerinde arkadaşları olacak. Sonuçlar ve hedefler güzel de gelin siz onu benim kalbime anlatın. Hep güzel tarafları düşünerek kendimi teselli ediyorum ama nafile. Ya o dört arkadaşından birileriyle anlaşamazsa, ya alışık olmadığı ranzada uyuyamazsa, ya yemekleri sevmezse?
Eve gelip, odasının bomboş olduğunu görünce yine içime hüzün çöktü. Daha yoldayken aradım, yetmedi evden de arayınca bizimki artık bir kelime söyleyip telefonu kapattı. Umrunda değilmiş gibi davranıyor, tedirginliğini belli etmemeye çalışıyordu. Neyse aradan iki gün geçti. Sesi sedası çıkmadı. Sesi de iyi geliyor. Hafta sonu geldi çattı, bizimkinin eve gelme şansı vardı. Yani isterse Cuma akşamı gelip, Pazar akşamı dönebilirdi. Ancak, bizimki ne yaptı dersiniz? Gelmek istemedi. Babasıyla bende bir hüzün dalgası geçti. Acaba bizi yeterince özlemedi mi? Diğer çocuklar ne durumda? Onlarca soru ve cevabını kendimizin verdiği yanıt. Çekine çekine sorduk ve bizimki “Arkadaşlarım da burada kalıyor, ben de kalacağım. Gece yarılarına kadar oturacağız, sabah geç kalkacağız, ders de yok” yanıtını verdi ve telefonu kapattı.
Dayanamayıp cumartesi yola koyulduk. Öğlen uyanmıştı. Dağınık bir oda, etrafa saçılan tişörtler, pizza kutuları çöp sepetinin kenarında bir manzara ile karşılandık. Ellerim tişörtleri toplamaya vardığında “bebeler gibi bana davranmayın” sözcükleri ağzından döküldü. Biz geri geri çıktık odadan. Bizim ergen irisi kendini iyice üniversite havasına kaptırmıştı anlaşılan. Dışarda biraz sohbet ettikten sonra ikimiz de eve döndük.
Bu manzaradan da durumdan da eşim pek mutlu. “Ne güzel bize bağımlı değil. Etraf dağınık da olsa mutlu” derken ben bizi yeterince özlemediğine yönelik sorgulamalarımı sürdürüm.
Kıssadan hisse lise öncesi böyle ayrılıklar iyi oluyor. Kendini bulma, iletişim kurma, sosyal ilişki oluşturmada bir nevi labaratuvar. Deneyin derim.
Paylaş