Paylaş
Çocuklarımız için her şeyin iyisini düşünürken bazen bilerek ya da bilmeyerek onlara zarar verebiliyoruz. Dayak, cinsel istismar, duygusal şiddetle çocukları hırpalayan aileler olduğu gibi gereksiz ödüllendirme ve şımartma da hırpalanmaya neden olabiliyor. Uzmanlara göre gereksiz ödüllendirme, aşırı şımartma da çocuğun toplumsal normları ve disiplini öğrenmemesine yol açabiliyor.
Davranış Bilimleri Uzman Psikolog Ayşen Kayhan, “Uyumsuzluk kaynağı olan böyle bir davranış, baskıyla sindirilmiş çocuğun korkaklığı ya da saldırganlığına benzer bir şekilde ama tam tersi yönde, fazla öz güvenli, bencil, ötekilere acımasız bireyler yetişmesine neden olabilir. Görüldüğü gibi, çocuğun hırpalanmışlığı, cinsel, manevi ve fiziki olarak, hatta birçok durumda bunların bir karışımı olarak karşımıza çıkar.” diyor.
Kayhan, çocuk yetiştirmede dengeli davranmak gerektiğini belirterek, “Yalan söylemek, azarlamak, güvenini sarsmak, kandırmak, dövmek ve elbette cinsel olarak istismar etmek, çocuğun yetişkinlere olan güven, inanç duygularını yok eder, onu sevgisizliğe götürür. Çocuğun hırpalanmışlığı, ona kötü muamele etmek nedeniyle olabileceği gibi, fazla iyi davranmakla da ortaya çıkacaktır. Önemli olan iyi, huzurlu, mutlu, dengeli bireyler yetiştirmektir. Kötü ya da fazla iyi niyetle (böyle bir ‘iyi niyet’ de aslında kötü niyettir, yetersizliktir) bu dengeyi bozacak bir yaklaşım, hem çocuğun ruhunda ömür boyu kalacak travmalar yaratır, hem onu toplumla uyumsuz bir varlık haline getirir.” diyerek aileleri uyarıyor.
Çocukların fiziki, cinsel ve manevi anlamda hırpalanmış olmalarını çoğunlukla olumsuz toplumsal ortamlarla, yetersiz ekonomik koşullara bağlarız. İçinde yaşanılan toplumsal çevre ve onun ekonomik yetersizliklerinin yol açtığı sıkıntılar, her ne kadar önemli rol oynasalar da, çocuğun hırpalanmasının yegâne nedenini oluşturmazlar. Hırpalanmış çocuk olgusuna toplumun her sınıfından ailede rastlıyoruz. Ayrıca eğitim düzeyi ve bilgi birikimi de çocuğun hırpalanmış olmasında belirleyici konumda olmayabiliyor. Kuşkusuz bilinçli ebeveyn olmanın, çocuğun hırpalanmasını engelleyen bir etken olduğu da bir gerçek. Yine de eğer toplumun her kesiminden çocukta çeşitli biçimlerde ve etki derecelerinde hırpalanmış çocuk olgusuna rastlanıyorsa, bunun altında, çevre koşullarının dışında psikolojik etkenler de aramak gerekir. Çocuğun kolayca hırpalanmasının birkaç temel nedeni var. Çocukların fiziksel olarak yetişkinlerden daha güçsüz olmalarının yanında, kolay kandırılabilir olmaları da başlıca nedenlerdendir. Çocuklar, toplumsal kuralları, ilişki biçimlerini, değerleri henüz öğrenmektedirler. Oysa yetişkinler birincil toplumsallaşmalarını tamamlamış, yani belli değer ve yapıları temel bilgiler olarak öğrenip varlığının bir parçası haline getirmişlerdir.
Çocuğu çoğu kez sevimli yapan, hatta yetişkinlere, içselleştirmiş oldukları normları hiç beklenmedik bir anda tekrar düşünmeye bile davet eden masumiyeti, aynı zamanda onun en önemli zayıflıklarındandır. Yetişkinlerin düzenli ve simgesel bir oyun olarak sürdürdükleri toplumsal yaşam, çocuklar için henüz bilinmezdir. Zaten onlara tanınan hoşgörünün nedeni de, onların bu bilgisizlikleridir. Her gelişme aşamasında çocuktan belli bir toplumsal bilgiye sahip olması beklenir; ona gösterilen tahammül yine bu toplumsal olarak belirlenmiş sınırlar dâhilinde olur. Örneğin beş yaşındaki çocuğa “bak kocaman oldun, bebekler gibi davranmak sana yakışıyor mu?” diye hitap etmek, tahammül sınırlarını belirten bir ifadedir. Çocuğun bu göreli bilgisizliği ve beceriksizliği, onu sevimli kıldığı kadar, kötü niyetli ya da sorunlu yetişkinler karşısında çok zayıf ve kolay ele geçirilebilir kılar. Benzer durum birçok ruh sağlığı bozulmuş kişi için de geçerli olabilir. Bu kişileri kandırmak, onlara yalan söylemek, olumsuz bir davranışı yapmalarını istemek rastlanılan olumsuz davranışlardır. Ancak, çocuk için durum çok daha vahimdir. Çocuğun masumiyetinden, ruh sağlığı bozulmuş kişinin doğruyu ayırt edemeyişinden yararlanmanın, çok üzücü benzer sonuçları olsa da farklılıkları da vardır. Çocuk, ruh sağlığı bozulmuş kişiden farklı olarak, öğrenmiş olduğu gerçekliği bozulmuş algılayan bir kişi değildir. Çocuk, henüz toplumsal gerçekliği tam olarak öğrenmemiş, onu nasıl algılayacağına dair simgesel anahtarları edinmemiştir. Kötü niyetli ya da bilgisiz yetişkinler, işte çocukların bu asimetrik konumlarını sömürürler. Bu tür zararsız gibi görünen kandırmaları, çok basit nedenlerle ebeveynler bile sıklıkla yaparlar. Oysa çocuk kandırmayı ciddiye alır.
Sorun, onun toplumsal gerçekliği içselleştirme sürecinde olması ve karşılaştığı her davranışın onda temel psikolojik izler bırakmasıdır. Kandırılan çocuk, güven duygusunu yitirebilir. Bu tür asimetrik ilişkinin en vahim boyutu kuşkusuz çocuğun cinsel anlamda istismarıdır. Yaşına ve toplumsallaşma bilgisinin düzeyine bağlı olarak, çocuğun kendisini koruma becerileri de gelişir. Bununla birlikte, kötü niyetli bir yetişkin karşısında, çocuk her durumda savunmasızdır. Sadece fiziki anlamda küçük ve yetersiz olduğu için değil, özellikle cinsel alanda bir yetişkinin yürütebileceği taktiklere karşı tamamen bilgisiz olduğu için de savunmasızdır. Zira çocuk, cinsel erişkinliğe henüz ulaşmadığı için, kendisini neden koruması gerektiğini bile idrak edemez. Çocuğun cinsel istismarının bu denli sık rastlanan ve kolay yapılabilir bir eylem olmasının altında, onun yapısal psişik zayıflığı yatar. Diğer bir deyişle, çocuk kolay kandırılabilir. Bu onun iyi niyetini basitçe sömürmek (örneğin üzülsün, ağlasın diye, kısa süreliğine dışarı çıkan annesinin bir daha gelmeyeceğini onu sevmediğini söylemesi ve bununla ‘eğlenmek’ gibi) olabileceği gibi, hiç tanımadığı ve son derece savunmasız olduğu bir konuda, sonuçları bütün yaşamını etkileyecek derin izler bırakabilen cinsel istismar da olabilir. Diğer yandan, benzer nedenlerle, çocuğun manevi şiddete maruz kalması da söz konusudur. Toplumsal davranış kodlarını yeterince bilmediği için, yine asimetrik bir şekilde, başta ebeveynler olmak üzere yetişkinler tarafından azarlanan, sözel kötü muamele gören çocuk, hem sorunun ne olduğunu tam anlayamaz hem aynı dilsel becerilere ve birikime sahip olmadığı için karşılık veremez. Böyle bir baskının sürekli olması ise çocukta genel bir acı hali yaratır. Ayrıca yetişkinlerin, nedensellik bağlarını yeterince rasyonel bir biçimde kurabildikleri olay, durum, olgu, nesne ve kavramlarla çocuğu korkutmak, sindirmek, onun kişiliğinin baskılanmasına neden olur. Hele bu davranış bir eğitim biçimi halini alırsa, çocuk büyük olasılıkla korkak, çekingen, kendine güvensiz bir birey haline gelir; kimi durumlarda ise tam tersine saldırganlaşabilir. Hatta bu ikisi, insan psikolojisinde yazı-tura gibi bütünleyici olarak dahi görülebilir. Bu özellikler bütün yetişkinlik hayatı boyunca sürer. Manevi anlamda çocuğun hırpalanması, bir yetişkinin onun bilgi ve beceri eksikliğini, kötü yönde kavramsal ve simgesel boyutta, sömürmesi anlamına gelir. Nihayet çocuğun fiziki anlamda da bir yetişkinden küçük ve güçsüz olduğu göz önüne alınmalıdır. Çocuk istismarının önemli bir kısmı fiziki anlamda güçsüzlüğünün sonucudur. Bütün biçim ve dozlarıyla fiziki şiddet dayak olarak kabul edilmelidir. Dayak ise, kaba kuvvetin hakkı doğurduğunu varsayan otoriter toplum anlayışının temel araçlarından biridir. Doğal olarak yetişkinlerin sahip olduğu toplumsal disiplini henüz içselleştirememiş çocuk, ‘yaramazlık’, ‘taşkınlık’ vb. olarak nitelenen davranışlar sergiler. Bu davranışlar elbette sınırlanmalı ve belli ölçülerde engellenmelidir. Ancak bunun çaresi, hele günümüzdeki gibi demokrasinin temel değer olduğu bir dünyada, kesinlikle dayak değildir. Zira dayak daha çok şiddet doğurmaktan başka bir işe yaramaz.
Dayağın yegâne eğitim aracı olduğu toplumsal ortamda çocuklar kolayca ‘dayak arsızı’ olabilirler. Böylece hem şiddete dayalı bir eğitimin artarak süregitmesi sağlanır hem dayağın bir eğitim aracı olarak etkisi zamanla yiter. Günümüzün dünyasında, hiyerarşik ilişkilerde (yaş, konum, rütbe, unvan, deneyim vb.) artık mutlak itaate dayalı sistemlerin geçerliliği kalmamaktadır. Onun yerine ikna öne çıkmaktadır. Çocuk-ebeveyn ilişkisi de bu çerçevede düşünülmeli, fiziki acı vermeye dayalı baskının çocukları yalnızca manevi anlamda hırpalanmışlığa götüreceği unutulmamalı. Bir başka yaklaşım olarak da, günümüzde bazı ebeveynler, çocuğa hiçbir şekilde ceza vermeyip onun sürekli ödüllendirmeye alıştırıyor. Böyle bir uç yaklaşımın da çocuğa fiziki acı veren yaklaşım kadar hırpalayıcı olması şaşırtıcı gelebilir. Ancak gereksiz ödüllendirme, aşırı şımartma da sonuçta çocuğun toplumsal normları ve disiplini öğrenememesine yol açar. Uyumsuzluk kaynağı olan böyle bir davranış, baskıyla sindirilmiş çocuğun korkaklığı ya da saldırganlığına benzer bir şekilde, ama tam tersi yönde, fazla özgüvenli, bencil, ötekilere acımasız bireyler yetişmesine neden olabilir. Görüldüğü gibi, çocuğun hırpalanmışlığı, cinsel, manevi ve fiziki olarak, hatta birçok durumda bunların bir karışımı olarak karşımıza çıkar.
Paylaş