Paylaş
Bu aralar bizimki ile aramız limoni. 12’lik beyefendi ergenlik çağında ya. Bunu sık sık kullanıyor. “Dokunmayın ergenim ben” diyor açık açık. Hay bin kunduz. Bunu öğretene de, kafasına sokana da bir şeyler diyesim geliyor. Ama ne yaparsın çağdaş anneyiz, eğitimliyiz, üstelik herkese bu konuda ahkam kesiyoruz ya. Boynumuz kıldan ince.
Çatışmalarımız çok. Ders, giyim, yemek, oda düzeni bir türlü oturmadı.
Çocukluğundan itibaren diş fırçalaması gerektiğini her seferinde hatırlatmam gerekiyor.
Yemek masasına oturduğumda nedense gecikmeyi alışkanlık haline getirmiş durumda.
Sabahları yataktan kaldırmak, ödevlerini yapmak üzere masa başına oturmak için bin dereden su getiriyor. Kirlilerini sepete atıp, odasındaki karmaşıklığa son vermesine çare bulmuş değilim.
Ödüller, cezalar da her zaman işe yaramıyor. Bazen cici cici en sevimli halime müdahale ediyor, bazen de avazım çıktığı kadarıyla bağırıyorum. O zaman da onun tepkisi benden pek farklı olmuyor.
Baktım yüz göz oluyoruz. Bir süre karışmamaya karar verdim. Babayı devreye soktum. Ama o da uzun sürmedi. Üstelik baba bu işi fazla abarttığımı düşünüyor. Onu kendi haline bırakmam konusunda ısrarını sürdürüyor.
Yaşasın sadece erkekler değil, kızlar da aynı durumda!
Ben bütün bunları erkek çocuk olmasına yorarken, ergenlerle çalışan eğitimci arkadaşım kızların bu dönemi daha zor geçirdiğini söyleyerek yüreğime su serpiyor. Üstelik çok yakın arkadaşımın aynı yaştaki kızının da annesiyle ilişkisinin neredeyse aynı boyutta olduğunu duyunca çok ayıp ama zil takip oynayasım geldi.
Arkadaşlarımla sık sık “Canım biz de ergen olduk. Böyle miydik? Annemiz babamız şöyle bir yan baksın, mum gibi olurduk” dertleşmesini yaşıyoruz.
Ama gelin eğri oturup doğru konuşalım. Evet ergendik, aykırılıklarımız, ailelerimize öyle ya da böyle tepkilerimiz vardı. Ama çok kardeştik. Büyük ailelerdik.
Mini mini çekirdek aile değildik. Herkes deneme yanılma ile yolunu buluyordu. Üstelik kurallar katıydı, anne babalara öyle kolay kolay ulaşılamazdı. Hele babalar, bizlere çok uzaktı.
Şimdi modern olalım, rahat olalım, biz yaşadık, onlar yaşamasın diye çocuklarla can ciğer kuzu sarmasıyız. Biz çektik, onlar çekmesin diye özgürlüğün sınırını fazlasıyla mı aştık diyorum.
Tek çocuğumuzun gözünün içine bakıyoruz. Daha isteği aklından geçerken önüne koyuyoruz.
Ödevini yapıyor, giysilerini hala giydiriyor, neredeyse yemeği ağzına biz götürüyoruz.
Doğduğu anda prensler, prenses olarak onları tahtlarına oturttuk…
Onlar da zamane çocukları. Akıllar tabii. Bu tahtın kıymetini doğrusu iyi biliyorlar. Kimseye kaptırmak niyetinde değiller.
Taht sallanıyor
Hele bizim kral da tahtına sıkı sıkı yapışmış durumda. Ama ben de vazgeçmedim. Haince planlarımı uygulamaya başladım.
Odasını toplamadığı zaman öyle bırakıyorum. Giysilerini kirli sepetine atmayınca yıkamıyorum. Giyecek bir şeyi kalmayınca belki anlar diye.
Dişlerini zorla fırçalamamasına çare de buldum. Hemen dişçiden randevu aldım. Ve beklediğim sonuç o koltukta bizim ergenin yüzüne çarpıldı. İki minik çürüğü vardı. Doktorun karşısında ağzını açıp, dişindeki o vızıltıyla dolgular olmaya başlayınca, üstelik doktordan bir güzel fırça da yiyince eve gelir gelmez hemen dişlerine fırçalamaya koştu.
Ödev konusunda da öğretmenleriyle işbirliği yaptım. Artık defterleri daha sık kontrol ediliyor. Yapmayınca defterine kırmızı yazılarla eksi veriliyor. Bizim pek havalardaki ergen beyefendi bu eksi notu anlaşılan kendine yediremiyor. Hevesle odasına kapanıp ödevlerini yapmaya koyuluyor.
Eee ne demişler, kadının fendi erkeği yendi. Başka yolu yok, direkt olmazsa indirekt eğitim olacak…
Paylaş