Paylaş
Bizim ergen irisi bu aralar yakın arkadaşlarından biriyle araya “mesafe” koymuş. Sıkı durun, gerekçe “dedikodu.” Bir arkadaşı onun söylemediği bir şeyi söylemiş gibi yaparak aktarmış, diğer arkadaşı bunu duyunca küsmüş. Küsünce de bir telefon trafiği başladı ki, sormayın. O lafı söyleyen arkadaş arandı, hesap soruldu. Ancak cevabı dinlenmeden tepkiler verildi. Telefon rehberinden, sosyal medyadan o arkadaşlar silindi. Küsülen arkadaş iki gözü iki çeşme geceyi zor geçirdi. Ne yaptıysa da derdini anlatamadı.
Tabii biz iki anne hemen devreye girdik. Her ikimiz de çocuklarımızla konuştuk. Onlara farklı açılardan bakmaları için küçük ipuçları verdik. Ben bizim ergen irisine sadece birkaç soru sordum. “Arkadaşın yanlış anlamış olamaz mı?”, “Karşındakini iyice dinledin mi?” “Ona söz hakkı tanıdın mı?”, “Neden böyle bir şey söylemiş olabilir, düşündün mü?”
En önemlisi bir kalemde arkadaşını silebildiğine göre onun hiç değeri yok mu? Bu süreç bize yabancı. Hani bizim çocukluğumuzda arkadaş denince akan sular durur. Asla satılmaz, arkadan laf söylenmez hele hele dedikodu bu jargonda hiç olmaz. Ama bu nesil bir tuhaf. Her şeyi olduğu gibi ilişkilerini, dostluklarını, arkadaşlarını da çabuk tüketiyor.
Her şey çok çabuk yayılıyor. Aşkları da, nefretleri de. İnanmayacaksınız ama o akıllı telefonlarda oluşturulan zincirlerde kimin yalan söylediği, kimin kime küstüğü anında herkes tarafından biliniyor.
Neyse biz iki annenin iş birliği ile iş tatlıya bağlandı. Hiç birbirimizle konuşmamışız gibi çocuklarımızın önce kendilerini sorgulamalarını, sonra karşısındakini suçlamalarını istedik. Bunun nedenleri üzerinde düşünmelerini telkin ettik. Ve ayrılıkları bir gün sürmedi, barıştılar.
Tekrar eski günlerdeki gibi sohbetlerine, arkadaşlıklarına devam ettiler. Ama barıştıktan sonra da oturup tekrar konuştuk. İlişkilerini böyle hoyratça harcamamaları ve belli değerleri olması gerektiğini aktardık. Ne kadar ders aldılar, şimdilik bilemiyoruz.
Ama bıkmadan usanmadan bu derslere devam. Hem yaşayarak, hem de yaşatarak.
Paylaş