Paylaş
Çalışan anne olmak ne zor. Sürekli suçluluk duygusu, çocuğumu ihmal ettiğim acısı yüreğinizi hep tırmalar. Kimi zaman işyeri tuvaletinde, kimi zaman yolda, kimi zaman serviste içine akıttığınız gözyaşları bazen dışarıya taşar. Yolda gördüğünüz bir çocuk, gazete sayfalarında gözünüze çarpan bir bakış içinizi parçalar.
Oğlum küçükken bu duygular doğrusu hiç peşimi bırakmazdı. Evden kimi zaman kaçarak, kimi zaman onun camdan el sallamasıyla uzaklaştığımda vücudumun sol üst tarafına sanki bir taş oturur, işyerinin kapısından girene kadar o ağırlığı hissederdim. Masama oturur oturmaz biraz zamanın geçmesini bekler, bakıcısından onunla ilgili tüyolar almaya çalışır, aklım onda, bedenim işte günümü geçirirdim.
Akşamları eve yaklaştıkça kalbim çarpar, onun kokusunu içime çekip, gülüşünü, zıplayışını, yürüyüşünü izledikçe yüreğimdeki kelebek kanat çırpardı. Uyuma seansları benim için mutluluk anlarıydı kimi zaman. Eşim bir tarafta, ben bir tarafta onu yatağın ortasına bırakıp, kah dönerek, kah yuvarlanarak göz kapaklarının inmesini seyreder, yatağına koyduktan sonra günü tamamlardık.
Sonra bütün bunlara alışır oldum. Oğlum büyüdükçe sol tarafımdaki taş gittikçe daha küçüldü, gözyaşlarım daha az akar oldu. Taa ki, o güne kadar….
Bir hafta sonu eve gelecek onlarca kişiye hazırlık yapıyorum. Alışveriş, temizlik telaşını yaşarken, oğlumu odasına bırakıp, etrafına en sevdiği oyuncaklarla çember yapıp işe koyulduğum bir gündü. Mutfakta yemek kokuları arasında boğuşurken sık sık yanıma geliyor, onunla oyun oynamam için cazip teklifler sunuyordu. Bunu da en sevimli hali ile yapıyor, kimi zaman öpücükler veriyor, kimi zaman gülücüklerle dikkatimi çekip, odasına çekmeye çalışıyordu.
Oğlum Bana Ders Verdi
Aklım akşama kuracağım sofradaydı. Doğrusu hiç tınmadım, önemsemedim. Çünkü, benim için gelen misafirlere yemek yetiştirmek, masayı donatmak o anda daha öncelikliydi. Oğlumun odasından mutfağa her gelişinde vücut dili değişti, kaşları çatıldı. Sonunda bacaklarıma kazayla çarpmaya, setteki tabakları, bardakları sözüm ona yanlışlıkla !!! düşürmeye başladı. Mutfağa her gelişi küçük bir kazayla sonuçlanmaya başlayınca doğal olarak önce bağırdım, o odasına kaçıp gidince de geç de olsa durumu anladım.
Odasına gittiğimde yatağın üzerinde uzanmış, belli belirsiz sesler çıkarıyor, muhtemelen kendi kendine konuşuyor, bana kızıyordu.
Mutfağa geri döndüm, ocağı kapattım ve her şeyi olduğu gibi bırakıp, odasına gittim. Yanına uzandım. “Ben de senin yerinde olsaydım, bana kızardım” dedim. Bir süre sessiz kaldı, sonra gözünde yaşlarla bana döndü:
Çocuğumun Zamanını Çalmamaya Özen Gösterdim
“Ben seni istiyorum, oyun oynamak istiyorum. Misafir istemiyorum” dedi.
Düşündüm, ne kadar haklıydı. Zaten haftada bir gün beni görüyordu, o günü de annesini misafirler ödünç almıştı. Evdeydim, ama onun yanında değildim. Aynı ortamdaydık, ama gözüm onu görmüyordu.
Fazla konuşmadık. Biraz gönlünü alarak onunla oynamaya, şarkı söylemeye, hatta yerde anlamsız şekilde yuvarlanmaya başladık. Müziği koyduk, zıpladık, tepindik. Biraz rahatlattıktan sonra varolanlarla sofrayı hazırladık.
Yemekler yarım yamalaktı. Misafirlerden özür diledim, durumu anlattım. Biraz da dışarıdan takviye ettim. O gün onları mutlu edip, etmediğimi hala bilmiyorum. Umrumda da değil.
Ben oğlumun gönlünü alıp, birkaç saatimi eğlenerek geçirmiş, onun kalbini tekrar kazanmıştım ya…Önemli olan buydu.
Bir daha da oğlumun zamanından çalıp, başkalarına vermemeye özen gösterdim. İşyerlerindeki gereksiz toplantıları, arkadaşlarımın dedikodu seanslarını es geçip, eve oğluma koşmaya çalıştım.
Kimi zaman başardım, kimi zaman yenik düştüm.
Cem, şimdi 12 yaşında. Onun büyüme evresinde ne gibi boşluklar bıraktığımı anlamam zor. Daha da zaman var. Umarım, ona çok zarar vermeden, gelişim basamaklarını sağlıklı doldurarak büyütürüm.
Paylaş