Paylaş
Bir hırsla eve gelip, eşyalarını oraya buraya attığında anladım ters giden bir şeyler olduğunu. Çünkü bizim küçük bey dışa vuramadığı tepkilerini eve gelince gösteriyor, nedense ilk anda konuşmuyordu.
Sessizce onu izledim. Bir yana çantasını attı, diğer yana montunu fırlattı. Söylenerek odasına çekildi.
Durumu anlamam için biraz sabırlı olmam gerektiğini biliyordum. Ama doğrusu içim içimi yiyordu.
Yere serpiştirdiği ama bir türlü toplamadığı satranç tahtasında kalelerle, fillerle tepişiyor; piyonla adeta kafalarına vuruyor. Kapıyı sessizce kapattım, onu yalnız bıraktım.
Nasıl olsa, sakinleştikten sonra yanıma gelip durumu aktaracaktı.
Uzun bir süre beklemek zorunda kaldım. Beni odasına çağırdı (Babasının yanında böyle şeyleri söylemeyi pek kendine yediremiyor olsa gerek). Kelimeler tek tek ağzından dökülmeye başladı:
“Satranç hocamız beni takıma almamış! “
Durum anlaşıldı. Yapılacak bir şey yoktu. Önce nedenini sordum. Aslında cevabı biliyordu.
Yaklaşık 4 yıl boyunca çeşitli turnuvalara katılmış, başarılar elde etmiş ama son bir yıldır arkadaşları arasında pek popüler olmayan bu sporu bırakmıştı.
Yani satranç gözünde eski cazibesini yitirmiş, yerini arkadaşları arasında daha popüler olan başka spor ve etkinlikler almıştı.
Derslere devam etmediği için okul takımına da doğal olarak alınmamıştı. Bizimki de bunu hazmedememişti.
Ancak hocası henüz bu yönde kararını açıklamamış, sadece derse devam etmediği için takıma alınmama ihtimalinden söz etmişti. Bu ihtimal bile bizimkine yetmişti.
Sorunu Çözmek için Saatlerce Düşündü
Oturduk, karşılıklı konuştuk. Önce ona öğretmeninin onu takıma almamasının doğru olduğunu anlatmaya çalıştım.
Bir yıl boyunca boş verdiği spora canının istediği zaman katılamayacağının altını çizdim. Çalışmadan, emek harcanmadan hiçbir şeye ulaşamayacağını uzun uzun anlattım.
Daha sonra da sorunu kendisinin çözmesi gerektiğini belirterek odadan çıktım. Biraz sakinleşmişti. O gün saatlerce satranç çalıştı.
Çocuğumuz Adına Hareket Etmedik
Öğrencilik yaşamının büyük bölümünde ne babası, ne de ben oğlumuz sorun yaşadığında hemen harekete geçmedik.
Ne öğretmeni aradık ne de ertesi gün okulun kapısına gittik. Arkadaşlarıyla ya da öğretmenlerle yaşadığı sorunları kendisinin çözmesini bekledik.
Zaman zaman çözüme yönelik ipuçları verdik, yönlendirdik. Ama onun adına biz hareket etmedik.
Sorunlardan kaçmaması gerektiğini, yaşanan her şeyde kendisinin de bir payı olabileceğini ona göstermeye çalıştık.
Empati kurmasını öğrettik. Zaman zaman bu durumu kabullendi, sorunu çözdükten sonra kahraman gibi eve döndü. Zaman zaman bize kendisine yardım etmediğimiz için çok kızdı.
Çok önemli sorunlarda da öğretmenleriyle ona söylemeden iletişime geçtik. Onlar bizim afacana ulaşmaya çalıştı. Veli-öğretmen iş birliği iyi olunca çocuk da bu işten her zaman kazançlı çıkıyor.
Neyse, gelelim biz konumuza. Bu uzun konuşma ve tartışmanın ardından sabah oldu.
Bizimki belli ki, kafasında bin bir planla okula gitti. Akşam olunca sevinçle, hoplaya, zıplaya eve geldi. Ama bize tek kelime söylemedi. Sanırım sorunu çözmüştü.
Ertesi gün hocası aradı. Onu turnuvaya çağırıyordu. Cem, gidip hocasıyla konuşmuş, hatasını anlatmış, bundan sonra tüm çalışmalara katılacağı sözünü vererek takıma alınmıştı. Ne yapıp, edip hocasını ikna etmişti (Aslında hocası da ona iyi bir ders vermek istemişti).
O konuşmadan sonra arkadaşlarının durumunu daha sağlıklı değerlendiriyor, kendini onlarla kıyaslamayı daha doğru yapıyordu.
İki yorucu günün ardından takım olarak ikincilik kazandırarak okula döndüler. Cem, o günden sonra tekrar satrancı hayatının içine aldı.
Hem kendi çabasıyla sorunu çözmüş hem de çok sevdiği spora geri dönmüştü. İyi ki, hocası ona böyle bir ders vermişti. Şimdi çok mutlu.
Paylaş