Paylaş
Daha önce yazdığınız iki kitaba nasıl tepkiler aldınız, yazarlık nasıl gidiyor? Öncelikle bununla başlayalım.
İlk iki romandan aldığım sonuçlardan yana son derece mutluyum. Zaten yazmanın kendisi benim için başlı başına mutluluk. Bunun üzerine bir de romanlar okurla buluştuklarında elbette o mutluluk çoğalıyor. Kendim için kurduğum bir oyunu, yeni arkadaşlarla paylaşmak gibi bir şey bu.
Son romanınız Saklı Bahçeler Haritası ne anlatıyor?
Geçmişten bugüne uzanan sıra dışı bir ihanet hikayesi bu. Roman iki ayrı zamanda geçiyor. Günümüzde ve 1930-1960’ları kapsayan dönemde. Her şey bir yayınevinde genel yayın yönetmeni olan kahramanımız Rıdvan’ın, kimliği belirsiz birinden esrarengiz mektuplar almasıyla başlıyor. Roman boyunca Rıdvan bu mektupların kim tarafından ve neden yazıldığını, daha da önemlisi bunca sene sonra neden kendisine gönderildiğini araştırıyor. Biz de Rıdvan’la birlikte mektupları okuyor ve sorulara cevaplar aramaya başlıyoruz. Roman, bizi mektuplardaki sıra dışı ihanet hikayesinin peşinden Türkiye'de Cumhuriyetin ilk yıllarına, Avrupa'da İspanya İç Savaşı'na, Dünya Savaşı'na kadar götürüyor. Unutulmamakta direnen eski hikayelerin içine sokuyor.
Bütün bu hikayelerin içinde dolaşırken, aslında hep aynı yere, kendimize varıyoruz. Herkesin biricik olduğunu ama buna rağmen aslında hepimizin birbirine benzediğini görüyoruz. Velhasıl Saklı Bahçeler Haritası, hayat denen bahçede yaşamanın tek yolunun birbirimizi anlamaktan, anlamak mümkün olmasa da anlamaya çalışmaktan geçtiğini, çünkü hem kişisel hem tarihsel olarak bütün yaraların az çok birbirine benzediğini anlatmaya çalışan bir roman diyebiliriz.
1930-1960’lar arasındaki dönemi neden seçtiniz?
Hem Avrupa hem de Türkiye tarihinde o dönemin çok belirleyici ve önemli olduğunu düşünüyorum. Türkiye’ye baktığımızda genç cumhuriyet, Osmanlı’dan cumhuriyete geçişte yaşanan kültürel ve sosyal krizler, tek parti dönemi, derken Demokrat Parti’nin sahneye çıkışı, hızla yaşanan değişimler, onların beraberinde getirdiği kopuşlar, yani müthiş bir çalkantı var. Avrupa içinse savaşlarla dolu, karanlık bir dönem. Yani anlatılmayı, üzerine düşünmeyi kesinlikle hak eden bir dönem bu.
Tarihsel olaylara yer verilse de bu tarihi bir roman değil, aslında başka bir hikaye anlatılmak isteniyor değil mi?
Saklı Bahçeler Haritası, tarihi roman değil, dönem romanı da değil. Sadece o dönemde yaşamış karakterlerin romanı. O dönemde yaşanan sosyal politik olaylar, bizim hikayemizin fonunda geçiyor. Gezdikleri coğrafya, içindeki yaşadıkları toplumun sosyal durumu, karakterlerin kimliklerini ve ilişkilerini etkiliyor. İçinden geçilen zamanın ve mekanın insan ruhunda nasıl izler bıraktığını görüyoruz.
Araştırma bir hayli kapsamlı olsa gerek, nasıldı bu süreç?
Araştırma süreci, yazmadan çok önce başladı, evvela gerekli okumaları yaptım. Sonrasında yazacağım coğrafyaları tanıma serüveni başladı. Zaten İspanya’da yaşıyorum, orada İspanya İç Savaşı ile ilgili epey araştırma yaptım. Sonra yollara düşüp kitabın geçtiği coğrafyalarda gezdim. Mesela İkinci Dünya Savaşı’nın izlerini sürerken ta Polonya’ya Auschwitz Toplama Kampı’na kadar gittim. O dönemi çocuk olarak yaşamış bugünün ihtiyarlarıyla röportajlar yaptım. Uzun, meşakkatli, ama benim için çok öğretici ve anlamlı bir araştırma dönemi oldu.
Her yeni kitaba geçtikçe kendinizde ne gibi değişimler olduğunu düşünüyorsunuz?
İnsan sürekli daha iyisini yapmak istiyor. Bu yüzden kendini sınamak, zorlamak, sınırlarını yoklamak için çabalıyor. Ben de kendimce bu tür çabalar gösteriyorum. İlk romanım Unutma Beni Apartmanı, iç içe geçmiş öykülerden oluşan, kurgusuyla öne çıkan, en azından böyle yapmaya çalıştığım bir romandı. Rüyalar Anlatılmaz’da ise dile ağırlık vermiş, kendimi o anlamda sınamıştım. Şimdi Saklı Bahçeler Haritası’nda ilk defa hem iç içe geçmiş hikayelerden oluşan farklı bir kurgu oluşturdum hem de dil konusunda daha önce denemediğim farklı bir teknikle çalıştım. Karakterler için sözlükler oluşturdum.
Karakterler için sözlük oluşturmak farklıymış gerçekten de, bunu nasıl yaptınız?
Romancı olarak, zaten kurduğunuz karakterlerin yazarın ağzından konuşmasını engellemeniz, kendi kimliklerine uygun bir dil kullanmalarını sağlamanız gerekir. Yani burada yeni bir şey yapmış değilim. Zaten olması gereken bu. Ama bu romanı yazarken daha önce denemediğim bir yol denedim ve ilk kez karakterler için ayrı sözlükler oluşturdum. Yani ciddi ciddi oturup her biri için sözlük hazırladım. Çünkü kitapta iç içe geçen iki ayrı hikaye var. Biri günümüzde geçen hikaye, mektupları bulan adamın hikayesi. Bu, günümüz Türkçesiyle, daha dinamik bir uslupla yazıldı. Ama diğer hikayede kullanılan dil, yani 30-60’lardaki Türkçe daha farklı tabii. Karşılıklı mektuplaşma söz konusu olduğu için mektuplaşan iki kişinin kendi karakterlerine, psikolojilerine göre kurdukları diller de farklı. Birisinin daha melankolik, diğerinin daha hayat dolu vs. Ben de oturup her birinin hangi kelimelerle konuşabileceğine dair harita olabilecek sözlükler hazırladım.
Zor olmadı mı bu?
Zorlandığım ölçüde mutlu oldum ve eğlendim diyebilirim.
Kitaplarınızdaki bazı karakterler, diğer romanların içinde de yaşamaya devam ediyor. Bu kitapta da var mı öyle sürprizler?
Evet, karakterler romanlarımın içinde yaşamaya devam ediyor. Diğer romanları da okuyanlar, Saklı Bahçeler Haritası’nda esrarengiz mektuplarla haşır neşir olan Rıdvan’ı ilk romanım Unutma Beni Apartmanı’ndan tanıyacaktır. Rıdvan o romanda aniden ortadan kaybolmuştu. İşte o Rıdvan, bu romanda ortaya çıkıyor. Yani eski romanları bilenler için sürprizli durumlar var. Ama ilk romanı okumayan okur için de bir kayıp yok, çünkü bu roman yepyeni bir hikaye anlatıyor.
Bu romanda başka tanıdık isimlere de rastlıyoruz değil mi?
Evet, bahsettiğimiz dönemde yaşamış bazı mühim karakterler de bu romanda arzı endam ediyor. George Orwell, Garcia Lorca, Picasso gibi tanıdık isimler de bir şekilde romana dahil oluyor.
Kitaplarınızda insan psikolojisiyle yakından ilgileniyorsunuz, danıştığınız uzmanlar oldu mu?
Yazdığım konularla ilgili gerekli araştırmayı mutlaka yapıyorum. Bunun dışında o alanların uzanmalarına da danışıyorum. Mesela psikolog Tolga Erdoğan, son iki romanımda sık sık danıştığım, mesleki bilgi ve birikiminden faydalandığım bir uzmandır. Yazarken sezgilerime güvenirim ama o sezgilerin sağlamasını yapmaya da ihtiyaç duyarım. Bunu bir tür sorumluluk olarak görüyorum.
Yazarken iki şeye özellikle önem veriyorum. Biri, bireyin içinde yaşadığı dönem, ikincisi ise psikolojik durumu… Bu ikisinin birbiriyle doğrudan bağlantılı olduğunu düşünüyorum. İçinde yaşadığımız dönemin arızaları, bizim arızalarımı yaratıyor. İnsan ruhunu yaşadığı zamanın ruhundan bağımsız düşünemeyeceğimize inanıyorum. Bu yüzden evet, kitaplarımda da zamanın ruhu ve kişilerin ruhu arasında bir bağlantı kuruyorum.
Bu romanda “Birbirimizden sandığımız kadar farklı olup olmadığımız” sorgulanıyor sanırım, doğru mu?
Kesinlikle doğru. Farklı zamanlarda, mekanlarda geçen hikayelerin kesişim kümeleri var romanda. Aslında tek bir hayat varmış da biz sıramız geldikçe o hayatı yaşıyormuşuz gibi bir varsayım üzerinden yükseliyor. Farklı şeyler yaşıyoruz belki ama yara herkeste aynı şekilde kanıyor. “Birbirimizi anlamakta böylesine zorlanırken aslında birbirimize benziyor olabilir miyiz?“ diye soran bir roman bu.
Kitaplarınızı filme çekmeyi düşünenler var mı?
Şu anda gündemimizde böyle bir proje yok. Ama ikinci romanım Rüyalar Anlatılmaz’ın beyaz perdeye uyarlanmaya çok müsait olduğunu söyleyen, hatta böyle hayaller kuran sinemacı arkadaşlarım oldu. Hayat ne gösterir, ileride neler olur bilemeyiz.
Yurt dışındaki edebiyat festivallerinden sık sık davet aldığınızı biliyoruz. Önümüzdeki günlerde sizi hangi etkinliklerde göreceğiz?
25 Ekim’de Almanya’da olacağım. Saklı Bahçeler Haritası’nın ilk okumasını orada Buchmesse RUHR Edebiyat Fuarı’nda yapağım. Sonrasında 31 Ekim, 1 Kasım ve 2 Kasım’da İstanbul Tanpınar Edebiyat Festivali kapsamında çok değerli yerli ve yabancı yazarlarla birlikte katılacağım programlar var. 3 Kasım Pazar günü de saat 17’de de İstanbul Kitap Fuarı’nda bir imza etkinliği olacak. Şimdilik ufuktaki planlar böyle.
Röportaj: Nilay Uzun İnan
Fotoğraf: Joan Alvado
Paylaş