Paylaş
Çağlar boyunca sevgi üzerine efsaneler, şiirler, şarkılar yazan insanoğlunun “Sevgi nedir?” sorusuna verilmiş kesin ve tek bir yanıt olmasa da, herkesin “sevgi” için yaptığı bir tanımlama vardır. Kimilerine göre bir duygudur, bir davranıştır sevgi; kimilerine göre bir paylaşımdır, bir heyecandır, geçmişten bir anıdır. Ancak kesin olan şudur ki sevgi, insan için anlamlı ve değerli olan her şeydir. Sevgi zamandan ve mekândan bağımsızdır; her zaman, her yerdedir.
"Sevgi insanın varoluş sorununun yanıtıdır. Sevgi olmadan insanlık bir gün için bile var olamaz" demiştir Erich Fromm... Bu nedenle sevgi hayatın başlangıcıdır. İnsan hayatına sevgiyle başlar. Bir bebek annesinin koşulsuz sevgisiyle gelir dünyaya… Sevgiyle büyürken, bir çiçeği, bir rengi, bir yemeği, bir insanı, en önemlisi de kendini sevmeyi öğrenir. Peki, sonra ne olur da sevgilerimiz azalır, tükenir? İşte bu sorunun yanıtı, düşündüklerimiz, algıladıklarımız, hissettiklerimiz, yaptıklarımız ve yapmadıklarımız içinde gizlidir. Yaşanan her başarısızlık, hayal kırıklığı, pişmanlık, çaresizlik; duyulan her nefret, utanç, suçluluk, kaygı, şüphe, öfke, sevgiyi biraz daha uzaklaştırır hayatlarımızdan. Ama iyi haber şu ki insanın kendine olan sevgisi yok olmaz; derinlerde bir yerlerde inzivaya çekilir sadece. Claude Monet'in dediği gibi; "Oysa sadece sevmek yeter de artar..."
Kendini sevmek egoist olmak, kibirli olmak anlamında algılanır çoğu zaman. Oysa kendini sevmek, kendine saygı, sorumluluk ve özgüven duymak, güçlü ve zayıf yönlerinin farkında olarak kendinden hoşnut olmaktır; kendini kayıtsız şartsız kabul etmektir; mutluluğu hak ettiğine inanmaktır. Kendini sevmek mutlu olmanın önkoşuludur ve ancak kendini tanımakla, bilmekle mümkündür. Fransız düşünür Montaigne’in “Kendini tanı, her insanda insanlığın tüm halleri vardır.” sözüyle ifade ettiği gibi, kendini tanıyan insan, tüm insanlık hallerini kabul ederek sever kendini, mükemmel olmaya zorlamaz. Olumsuz yönlerini dert ederek kendiyle çatışmaz, olumlu yönlerine odaklanarak kendinden memnun olur. Hatalarını kabullenir, kendini affeder. Sürekli eleştiren, önüne set çeken iç sesini kontrol eder ve gerektiğinde susturabilir. Kendini başkalarıyla kıyaslamaz. Kalbiyle, duygularıyla, dış görünüşüyle barışıktır, kendine değer verir. Başkaları için gösterdiği özen ve çabayı kendisi için de gösterir.
"Sevebilir misiniz? Karşılıksız, beklentisiz, hesapsız, çıkarsız, özgür bırakarak. Sırf bir başkasının iyiliğini, mutluluğunu isteyerek..."demiştir Elif Şafak... İnzivaya çekilen kendini sevme duygusunu uyandıramayan insanın mutsuzluğu kaçınılmaz olur. Önce kendine, sonra da çevresine yabancılaşır ve gittiği her yere mutsuzluğu da götürür. Kendini seven insansa, tıpkı her yüzü ayrı bir ışıltı ve güzellik saçan bir elmas gibi sevgisini yansıtır çevresine. Başkalarına karşı da kendine olduğu gibi anlayışlı, nazik, sabırlı, affedici, cömert, dürüst olur; sevgisini paylaşır. Sevgi paylaşıldıkça çoğalır, çoğaldıkça daha çok paylaşılır. Tıpkı kendimiz gibi başkalarını da karşılığını beklemeden koşulsuz sevmek, hem bizim hem de çevremizdekilerin hayatını değiştiren sihirli bir güçtür. Sevgiyle kurduğumuz ilişkilerle hayatımız zenginleşir; zorlukların üstesinden kolayca gelir, kötü zamanlarımızı çabucak atlatırız ve artan özgüvenimiz hayatımızın her alanında başarıyı getirir. Sevgi, önce insanı, sonra toplumu ve en sonunda da dünyayı mutlu kılacak sihirli bir değnek gibi dokunur hayatlarımıza.
İnsan bahanelerin ve keşkelerin ardına saklanmadan, yaşını başını dert etmeden; güzel bulduğu, anlam bulduğu, değer bulduğu, hayat bulduğu herkesi ve her şeyi koşulsuz sevebilir. Ne var ki, hayatımızda bu kadar önemli bir yeri olan sevgiyi göz ardı ederek, bir kenara iterek yaşamaya alıştırırız kendimizi. Çevremize dönüp baktığımızda sevmek ve sevilmek için ne kadar çok fırsat olduğunu göremeyiz. Çoğu zaman da yaşadığımız olumsuz deneyimler yüzünden sevmekten korkar ve sevmenin bize göre olmadığını düşünürüz. Diğer yandan, zaman hızla akıp giderken hayatımızda sevginin boşluğu da büyüyerek artar ve er ya da geç sevgi ihtiyacı kaçınılmaz olarak çıkar karşımıza. Bu kez de sevmek için geç kaldığımızı düşünürüz. Oysa sevmeye geç kalınmaz; kendini ve başkalarını sevmeye başlamak için hiçbir zaman asla geç değildir. Sevmenin yaşı, zamanı yoktur. Sevmek insanın doğasında vardır, sonradan öğrenilen bir beceri değildir. Sevgi, insana sunulmuş özel bir armağandır. Bu nedenle Nietzsche'nin dediği gibi; "Denizleri seviyorsan, dalgaları da seveceksin. Sevilmek istiyorsan, önce sevmeyi bileceksin. Uçmayı seviyorsan, düşmeyi de bileceksin. Korkarak yaşıyorsan, yalnızca hayatı seyredeceksin..."
Paylaş