Paylaş
Bu ilk romanınız… Peki, yazmaya ne zaman ve nasıl başladınız?
Aslında bundan önce iki roman daha yazdım ama ikisini de yayımlattırmadım. Zanaatı öğrenme aşamasında olduğumdan, o kitapları yazmam yaklaşık beş yıl sürdü. “Benim Adım Leon” onlara kıyasla çok daha çabuk yazıldı; baştan sona dokuz ay kadar zamanımı aldı. Mesleki ve kişisel geçmişimden ötürü araştırma yapmam gerekmedi, bu da süreci hızlandırdı. İlk okuyucum genelde kız ya da erkek kardeşim oluyor ama aynı zamanda bütün yazdıklarımı paylaştığım ve çok iyi tavsiyeler aldığım iki yazar grubuna üyeyim.
Kısa hikayeden roman yazmaya geçmek ise pek zor olmadı. Sonuçta roman da kısa sahnelerin birbiri ardına dizilmesiyle oluşur, ama o sahneler kısa hikayelerde olduğu gibi kesin bir biçimde bitmez. Kısa hikaye yazmak editörlük yeteneğinizi alabildiğine geliştirmenizi sağlar; aşırı uzun ya da gelişigüzel cümleler kullanamazsınız çünkü gerçekten ne demek istiyorsanız onu söylemeniz gerekir. Hikaye romanın orta kısımlarında tıkanma eğilimi gösterdiğinden, bunlar roman yazma açısından da hayati yeteneklerdir.
Benim Adım Leon’dan bahsedelim... Konuyu ve kitabın adını nasıl ve neden seçtiniz? Kitabınızın konusunu seçerken nelerden beslendiniz?
Leon annesiyle babasının kim olduğunu çok iyi anlıyor ve onları başarısızlıklarına rağmen seviyor. Annesinin ayakta duramadığını biliyor ve hem ona hem kardeşi Jake’e bakmak için elinden geleni yapıyor. Babasının öfkeli bir adam olduğunu, Jake doğduğu için kızgın olduğunu anlıyor. Evlat edinilme kavramını anlamıyor ve kitabın büyük bir kısmı Leon’un, kardeşini kaybetmenin acısıyla, kederiyle baş etmeye çalışmasını betimliyor. Anne babasından ayrılan çoğu çocuk gibi Leon da kendince hayatının iyi olduğu, normal olduğu günlere dönmeye çabalıyor. Annesini sevdiği için onsuz bir geleceği hayal edemiyor ve sürekli onun nasıl olduğunu düşünüp endişeleniyor. Koruyucu anne babalara verilen birçok çocuk zamanlarının büyük bir kısmını anne babaları için endişelenerek ve neden eve dönemediklerini düşünerek geçiriyor.
Kitabı Leon’un gözünden anlattım. Bu bakış açısını seçmemin sebebi, kitabın tamamen Leon’la alakalı olmasını, yetişkinlerle hiçbir alakasının olmamasını istememdi. Leon’un hayatı boyunca, başka insanlar ona görüşünü sormadan ve kararlarının onu nasıl etkileyeceğini düşünmeden onun adına karar verdiler. Okuyucunun onun dünyasına açılan bir penceresi olsun, okuyucu ona ne kadar az şey anlatıldığını, büyük acılar çekmesine sebep olan çok büyük sorular ve kararlar hakkında ona ne kadar az danışıldığını gerçekten görsün istedim.
Leon’unki gibi hikayelerin çok yaygın olduğunu söyleyemem ama kardeşlerin ayrı ayrı evlatlık verilmesi, yaş ve ırk farkı söz konusu olduğunda epeyce sık görülen bir durum. Uyuşturucu bağımlılığıyla ve ihmalle mücadele eden annelerin çocuklarını kaybetmesi ve çok geç olana kadar sosyal hizmetlerden yeterli desteği alamaması da yaygın bir durum. Bazı anneler hiçbir zaman çocuklarına bakabilecek kadar toparlanamıyor ve bu yüzden bazı çocuklar yıllarca koruyucu ailelerin himayesinde kalıp birçok kez ev değiştirebiliyor.
Kitabın adını ise aslında ben seçmedim. Kitabın asıl adı Leon’un tarlalarda yetiştirdiği fasulye çeşidinin adı, yani Kızıl İmparator’du. Editörüm Benim Adım Leon’un daha iyi bir ad olduğuna karar verdi, ben de ona hak verdim.
Fotoğraf: Justine Stoddart
Takip ettiğiniz, beğenerek okuduğunuz yazarlar hangileri?
Birçok yazar kahramanım var diyebilirim: Sebastian Barry, Cormac McCarthy, Kevin Barry, Gustave Flaubert. Hepsinin kullanmaya çalıştığım farklı teknikleri var. Düz yazıda Flaubert gibi akıcı olmak, McCarthy gibi sözcük ekonomisi yapmak, Sebastian Barry’ninkiler gibi güzelim cümleler kullanmak ve onun gibi dokunaklı yazmak, Kevin Barry’nin çok iyi kullandığı o fevri, sivri diyaloglara benzer diyaloglar yaratmak… Bunlar için çabalıyorum. Şu anda birçok iyi yazar var. Colin Barrett işinde çok iyi olan İrlandalı bir kısa hikayeci ve o genç adamın söyleyecek çok şeyi var. Yine İrlandalı olan John Bayne’i okumak da her zaman çok keyif veriyor; genç yetişkinlerle ilgili birkaç kitabı var ve en son kitabı The Heart’s Invisible Furies’de bir çocuğu yeniyetmelik yıllarından yaşlılığına kadar takip ediyoruz. İçinde bilgelik olan, çok güzel bir kitap.
Tanıdığınız, takip ettiğiniz Türk yazarlar var mı aralarında?
Maalesef Orhan Pamuk dışında hiç Türk yazar bilmiyorum; Pamuk, Birleşik Krallık’ta çok tanınıyor ve epeyce seviliyor.
Kitabınızla ilgili okuyuculardan nasıl tepkiler alıyorsunuz?
Bence kurmaca yazarlarının birincil amacı okuyucuyu eğlendirmektir. Okuyucudan bize eşlik etmek için epeyce para ve zaman harcamasını istiyoruz ve bence geçirdikleri zaman tatmin edici, duygulandırıcı olmalı ama ille de eğitici olmalı diye bir durum yok. Bence amacı sadece eğlendirmek ya da güldürmek olan, konusu hiçbir zaman farkındalık yaratmakla itham edilemeyecek kadar hafif olan bir kitap yazmakta hiçbir sakınca yok. Ben bunu gayet kabul edilebilir buluyorum. Gelgelelim, kırılgan insanların hayatına dokunduğumuz, yığının en altındaki veya travma yaşamış, sesi duyulmayan kişilerle ilgili hikayeler yazdığımızda, gerçeği söylemek ve anlatacağımız şeyi iyi anlatmak, özgün olmak ve onların hayatlarına, hikayelerine saygı göstermek gibi bir sorumluluğumuz oluyor. Bu şekilde farkındalık yaratılabiliyorsa, bunun kötü bir şey olması imkansız.
Tabii, zorluklarla ilgili hikayeleri okurken, okuduklarımızı belgesel izlerken olduğuna kıyasla daha kolay sindiririz. Kitaplar belki hiç tanışamayabileceğimiz, bizden çok farklı olan ve görüşlerini pekala paylaşmayabileceğimiz kişilerin kalplerine, akıllarına girmemize yardım edebilir. Bu yüzden edebiyatın son derece nazik bir biçimde çok büyük değişimler yaratma kapasitesi vardır.
Gelecek ile ilgili projelerinizden bahseder misiniz?
Şu sıralar yeni kitabımın ilk taslağının son kısmı üzerinde çalışıyorum. Kitap henüz hazır olmaktan çok uzak ama ikinci bir taslak çıkarabileceğim bir noktaya yaklaşıyorum ve belki kitabı bu yıl bitirebilirim. Bunun ardından bir kısa hikaye kitabı ve kısa bir roman yazmayı düşünüyorum, yani epeyce işim var ve bu durumun tadını sonuna kadar çıkarıyorum!
BENİM ADIM LEON HAKKINDA (Tanıtım bülteninden)
Benim Adım Leon, sevginin gücüne ve bir aileyi aile yapan her şeye dair sımsıcak bir roman. Dokuz yaşındaki Leon’un hayatı hiç kolay değil. Hayatla başa çıkmaktan âciz, depresyondaki annesine bakmanın yanı sıra yeni doğan kardeşine de kol kanat germek zorunda. Her şeye razı, yeter ki hep birlikte olsunlar, hiç ayrılmasınlar. Ama bir gün korktuğu başına geliyor Leon’un. Annesi rehabilitasyon merkezine gönderilirken, küçük kardeşini de bir aile evlat ediniyor, Leon ise koruyucu anneye veriliyor. Yetişkinlerin dünyasında Leon’un karar verme hakkı yok ne yazık ki… Leon bir yandan ailesini tekrar bir araya getirme planları yaparken, bir yandan da yeni hayatına uyum sağlamaya çalışıyor.
Paylaş