Paylaş
Umarım geçen haftaki yazımı okumuş ve vazgeçilmez olmak için harekete geçmişsinizdir. Vazgeçilmez olmayı kim istemez ki?
Erkek arkadaşıyla bir ayrı bir barışık olan, sudan sebeplere sürekli kavga çıkartan bir danışanım var. Aslında istediği ciddi bir ilişki ama erkek arkadaşını yeterince güçlü bulmuyor ve tatmin olmadığından kavga çıkartıyor. Geçen hafta ona bir ev ödevi belirledik. Ekim ayı boyunca sadece erkek arkadaşının mutluluğuna odaklanmaya karar verdi. Bu hafta geldiğinde yöntemin direkt işe yaramaya başladığını, hiç kavga etmediklerini anlattı. Şaşkındı. Hatta sevgilisi ‘Hayatım, ilişkimiz ne kadar iyi gidiyor’ demiş mutlulukla.
Tabii burada durumu doğru analiz etmek önemli. Bazı danışanlarım var, kimseye ‘Hayır’ diyemiyor. Hep başkalarının mutluluğu için yaşıyor. Kendi isteklerinin, kendi gücünün farkında bile değil. Başkalarının onayına o kadar çok ihtiyaç duyuyor ki, onaylanmak ve takdir edilmek için sürekli veriyor. Ve sonunda oynadığı kurban rolünden elde kalan ‘tükenmişlik’ ve öfke’ oluyor. Bu danışanlarımdan daha çok ‘Ben sürekli başkalarının mutluluğunu düşünüyorum, artık yoruldum, artık kendim için yaşamak istiyorum’ isyanı duyuyorum.
Bazı danışanlarım var, hayatı hak aramak peşinde geçiyor. Haksızlığa katlanamıyor. Tepkiler sert ve agresif. Almadan vermeye asla yanaşmıyor. ‘Neden ona iyi davranayım ki, o bunu hak edecek ne yapıyor?’ ‘O benim istediklerimi yapmazsa ben de onun istediklerini yapmam’ cümleleri en tipik lafları. Özellikle şirketler içinde yaptığım çalışmalarda ilişkilerde sıklıkla küslükler, dedikodular, çekememezliklerle karşılaşıyorum. ‘Ben ondan daha çok çalışıyorum, o benden daha çok maaş alıyor, bu haksızlık’, ‘Kesin aralarında bir ilişki var, sürekli onu kayırıyor, buna katlanamıyorum’ ve daha pek çok benzer şikayet. Hikayeler farklı ama hissedilen duygu hep aynı; öfke…
Geçen haftaki yazımda ise öfke yok. Geçmiş yok. Gelecek yok. Sadece ‘an’ ve karşındaki var. İçtenlik var… Kendini de başkalarını da kabul etmişlik var…Güven var…Karşındakini dolayısıyla kendini mutlu etmek var…
Peki bunu nasıl başarabilirim diyorsanız tavsiyem önce öfkeniz üzerinde çalışmanız. Çünkü bunu rol gereği yaparsanız samimiyet olmaz, bu kendiliğinden olmalı. İçinizde öfke taşıyorsanız bunu halletmeden içten davranamazsınız.
Öfke bulaşıcı bir duygu. Öfkeli bir yöneticinin sürekli azarlayan aşağılayan tavrı bir süre sonra astları üzerinde de kendini gösteriyor. Kurum psikolojisi o kadar etkili ki birlikte çalıştığınız insanlar arasındaki düşünce, duygu ve davranışlar, içine girer girmez sizi de girdabına çekiyor, ne kadar direnirseniz direnin bir süre sonra siz de onlara benzemeye başlıyorsunuz.
Öfke, temel ve doğuştan getirdiğimiz bir duygumuz. Onu yok sayıp içinize attığınızda fatura bir süre sonra hastalıklarla çok daha ağır çıkabiliyor.
Demem o ki önce içinde bulunduğunuz durumu doğru algılayın. Altta yatan bir öfkeniz varsa bunun nedenlerini düşünün. Öfkenizi gidermek için çözüm yollarını araştırın. Bu, gideremediğiniz bir ihtiyaç ise bu ihtiyacınızı nasıl giderebileceğinizi bulun. Bu yolları analiz edip sizin için en uygun olana karar verin. Ve uygulamaya geçin.
Bu sırada meditasyon, yoga, nefes gibi gevşeme egzersizlerinden de faydalanın…
Bakalım o zaman dünyaya baktığınız pencerede herhangi bir değişim gerçekleşecek mi?
Unutmayın, değişim bir anda değil, yavaş yavaş gerçekleşir…Sabırlı olun…
Bazı şeyler hazır ‘ol’mayı bekler…Hazır ‘ol’duğunuzda ve gerçekten istediğinizde gerçek olur…
Paylaş