Paylaş
Son yazımda sizlere Kazananlar Üçgeni’ni anlatmıştım. Sağlıklı ve tatmin edici ilişkiler yaşamak için Suçlayıcı - Kurtarıcı ve Kurban rollerinden oluşan oyunlardan çıkmalı onun yerine Proaktif - Duyarlı ve Savunmasız rollerinden oluşan Kazananların Üçgeni’ne geçmeniz gerektiğini anlatmıştım. Bu yazımda sizlerle Savunmasız rolü üzerinde daha detaylı konuşacağım.
‘Savunmasız’ Türkçede kulağımıza pek hoş gelmiyor değil mi?
Sizde de ‘Ezik, garip, yazık’ etkisi bırakıyor mu yoksa?
Oysaki her çocuk savunmasız ve saf bir merhaba diyerek gelir dünyaya. Ama büyürken örselenmeye başlar. Bazen ağlar kimse sesini duymaz. Bazen tepki gösterir dayak yer. Bazen de başarısız olur dışlanır. Fark eder ki sesini çıkarmamak bazen daha iyidir. Sesini çıkarmadığında insanlar onun etkilenmediğini sanarlar. Umursamadığını zannederler. Sesini çıkarmadığında ilgi çekmez böylece susarlar bırakırlar onunla uğraşmayı. Böyle davrandığında başkalarınca güçlü bir çocuk olarak görüldüğünü keşfeder!
İşte böyle böyle öğreniriz savunmasız rütbesinden savunmalı makamına geçmeyi. Hayatta kalmak için giyeriz kalkanımızı rahat ederiz. Çünkü bir süre sonra üşüdüğümüz hissini duymamaya başlarız. Madem giyecek bir ceketim yok, üşümemek ne güvenlisidir. Çünkü üşümek acı vericidir. Üşüdüğümüzde kimsenin bunu görmediğini bilmek canımızı yakar. O yüzden zamanla bedenimiz uyum sağlar üşümemeye başlarız insanlar da bizi kabul ederler.
Terapi koltuğuma oturan pek çok kişi işte böyle öğreniyor hissetmemeyi.
Kimi üzülmemeyi, kimi korkmamayı, kimi de öfkelenmemeyi…
Belki de mutlu olmamayı…
Belki ailemiz, belki arkadaşlarımız, belki de aşk hayatımızdaki ihmaller, karşılanmayan ihtiyaçlar bizi kabuklaştırıyor, duyarsızlaştırıyor.
Sonra bir gün, bir sabah mutlu olmadığımızı fark ediyoruz. Yaşamdan keyif alamıyoruz.
Belki yakın zamanda yaşadığımız bir aşk ilişkisi bunca yıldır inşa ettiğimiz duvarlarımızı yerle bir ediyor. İlk defa birine güvenmek istiyoruz ve çıplak kalıyoruz yanında. Ama o da yaralı çocuğu kan revan içinde bırakıp gidiyor…
Hepimizin özünde kırılgan hassas minik bir çocuk var.
Tıpkı çocuklar gibi saf ve hayalperest.
İnanmaya ve güvenmeye hazır başkalarına.
Onun gözleri parlıyor. Meraklı ve coşkulu.
Kafası on bin düşünceyle dolu olmadığından çok daha yaratıcı ve hayat dolu.
Çok daha dürüst. Çok daha farkında.
Neyse o.
Korkuyorsa korkuyor.. Üzüldüyse üzüldü.. Öfkelendiyse öfkelendi.. Mutluysa mutlu.
Saklama yok. Kıvırma yok.
Daha basit ve anlaşılır.
Daha samimi ve gerçek.
Sanatçılar hassas ve kırılgandırlar.
Çünkü onlar kendilerini koyarlar ortaya.
Kendi duygu ve düşünceleri onların malzemesidir.
Bu yüzden duygusal iniş çıkışları daha sık hissederler.
Bazen çok mutluyken bir bakarsınız melankolik ve depresif takılırlar.
Daha sık aşık olurlar.
Daha yaramazdırlar. Daha özgün. Daha yaratıcı. Daha coşkulu.
Gerçek güçlüler kim acaba?
Maskelerini takıp ‘Beni kimse incitemez’ diyen duyarsız ve acımasız büyük çocuklar mı?
Yoksa deneysel, meraklı ve kendini kabul eden parlak gözlü minik çocuklar mı?
Daha çok incinip iniş çıkış yaşasalar da hayatı daha hakkını vererek yaşadıkları için benim cevabım Savunmasız kimseler olacak.
Eğer siz de kaygılı, kararsız ve hayattan keyif alamadığınızı hissedenlerdenseniz bilin ki bunun nedeni içinizdeki o hassas ve kırılgan çocuğun üzerine ölü toprağı atmış olmanız. Onun canlanmaya ihtiyacı var. Sesini duymanıza ihtiyacı var. O bedeninizdeki bazı rahatsızlıklarla ve ağrılarla size sesini duyurmaya çalışıyor ama siz onun çığlığını duymuyorsunuz.
Korkmayın bu kadar kendinizden, belki aradığınız tüm cevaplar ordadır…
Paylaş