Paylaş
Sonunda dört gözle beklediği tatil vakti gelmişti. Su çocuklarıyla Çeşme’ye ailesinin yanına gelmişti. Deniz de hafta sonları onlara katılacaktı. Aslında çok yorgun gelmişti Çeşme’ye. Onu yoran fiziksel yorgunluk değil ruhsal yorgunluktu. Son 6 aydır çok zor bir yöneticisi vardı. Artık ona dayanamıyordu. Aşırı mükemmeliyetçiydi. Her yaptığında sanki bir hata arıyordu. Her şeye öfkeleniyor, öfkelendiğinde bağırıp çağırıyordu. Mesai bitiminde eve gitmek sanki bir hataydı. İşte kalmalı ve daha çok çalışmalıydı. Daha hırslı ve agresif olmalıydı. Onun ailesine zaman ayırmasını adeta işe ihanet etmek gibi algılıyordu.
Bu adam geldiğinden beri daha çok hata yapar olmuştu. Hata yapmamaya çalıştıkça daha çok stres olup daha çok hata yapıyordu. Kendine olan güvenini kaybetmişti. Kendini yetersiz ve başarısız hissetmeye başlamıştı. İçinden sürekli ağlamak geliyordu. Tatil öncesi bir gün yine çocuk gibi azarlandıktan sonra ağlayarak psikoloğu Irmak Hanım’a gitti. Kendini çok gergin ve mutsuz hissettiğini anlattı. İşi bırakmak istiyordu.
Psikoloğu Irmak Hanım onu çok iyi tanıyordu. Yıllardır hayatındaki geçiş dönemlerinde, zorlandığı, rahatlamaya ihtiyaç duyduğu zamanlarda mutlaka onu ziyaret ederdi. Önce bir süre düzenli gitmiş daha sonra ihtiyaç duyduğu zamanlarda gittiği bir düzen oturtmuşlardı.
Su insanları kırmak istemeyen biriydi. Başkalarıyla ilgili bir hırsı yoktu, yarışmayı sevmiyordu. Hırsı kendiyle ilgiliydi. Daha çok öğrenmek, daha çok bilmek, daha ‘iyi’, daha ‘çok olmak’ ile ilgiliydi hırsı. İletişimde açıklıktan samimiyetten yanaydı. Oyunları sevmiyor, olabildiğince uzak duruyordu. Koltuk hırsı olan, egolu insanları anlayamıyordu. Mutlu ve huzurlu bir arada olmak varken ortamı germek niyeydi? Yüksek ses onu korkutuyordu. Karşısında öfkeli biri olduğunda hata yapmış olmaktan dolayı mahçup bir çocuğa dönüyordu. Bu sefer zor insanlarla iletişim kurarken ‘daha güçlü olmak’ için gelmişti Irmak Hanım’a.
Irmak hanım ona “Yaşam Pozisyonları”nı anlattı…
‘Yaşamda hepimiz birbirimizden çok farklı ve karmaşık görünsek de aslında özünde çok basit ve benzeriz. Temel sorumuz aynı; ‘Ben Ok miyim?’. Bu cevabın peşinde bir ömür geçiriyoruz. Annemizin bize dokunması, emzirmesi, sarılması ile başlayan fiziksel temas ihtiyacımız şekil değiştirse de aslında hep var; kabul edilmek, onaylanmak, fark edilmek istiyoruz. Önce annemiz, babamız, sonra arkadaşlarımız, sevgililerimiz, okuduğumuz okullar, diplomamız, mesleğimiz, sonra da statümüz, paramız, arabamız, evliliğimiz. Hepsi kabul edilmek, onaylanmak, fark edilmek için.’
Su’ya sordu: ‘Kendini yeterli hissediyor musun? Değerli misin? Başkaları seni sen olduğun için kabul ediyorlar mı? Peki, sen başkalarının değerli olduğunu düşünüyor musun? Oldukları gibi kabul ediyor musun etrafındaki insanları? Yoksa hayatın ve insanların değişmelerini umut ederek mi geçiriyorsun ömrünü? Bir düşün.’
Sonra devam etti. ‘İşte bunu anlamak için 4 kadranlı bir şekil düşün. Hepimiz I. kadranda dünyaya geliyoruz, bu pozisyonda iken kişiler kendilerinin, başkalarının ve hayatın tam olduğunu düşünürler. Temel mantık şudur, ne kadar farklı olurlarsa olsunlar, herkesin yaşamaya kabul edilmeye hakkı vardır. Sağlıklı olan pozisyon budur.’
‘Bazen II. kadrana geçeriz. Bu kadrandaki kişiler, başkalarının OK olduğunu düşünürken kendilerinin OK olmadığını düşünürler. Bu pozisyondaki kişiler depresiftir, hatayı kendinde arar, kendini suçlar, kendini güçsüz ve değersiz görür. Hassas ve kırılgandırlar.’
‘Bazen III. kadrana düşerek yaşamdan umudumuzu kestiğimiz zamanlar olur. İşte o zamanlarda, ne kendimiz, ne başkaları ne de hayat OK'dir. Kendimizi umutsuz ve boşlukta hissederiz. Bu pozisyonda uzun süre kalmak tehlikelidir, kişiyi intihara sürükleyebilir. Bu pozisyonda isek ya da bildiğimiz biri varsa mutlaka bir uzman desteği alınmalıdır.’
‘Ya IV. kadran? Bu pozisyondaki kişiler kendisinin OK olduğunu, başkalarının ise OK olmadığını düşünenlerdir. Bu kadrandaki kişiler genelde ‘zor’ olarak tanımlanan kişilerdir. Hep haklıdırlar, agresiftirler, paranoid eğilimlidirler. Onlarla ilişkide ‘kazanan’ olmak zordur. Bu insanlar size OK olmadığınızı hissettirirler. Aşağılandığınızı ya da ezildiğinizi hissedebilirsiniz, kendinizi II. pozisyonda bulabilirsiniz. Belki de o yüzden bu insanlarla konuşmaktan kaçınır ya da hayatınızdan çıkaramayacağınızı düşünüyorsanız depresif bir hayat sürersiniz.’
‘Bu kişiler size OK olmadığınızı hissettirirler çünkü kendileri de aslında OK olmadıklarını hissederler. Kendi yetersizliklerini, güçsüzlüklerini bastırmanın, OK olabilmenin tek yolu defansif olmak ve üste çıkmaktır. Ancak bu şekilde hayatta kalabileceklerini düşünürler.’
Su yöneticisinin kesinlikle IV. pozisyonda olduğunu anladı. Kendisi de onunla iletişim kurarken II. pozisyonda buluyordu kendini.
Hiçbirimiz sürekli aynı pozisyonda kalmıyoruz, bu pozisyonlar arasında gidip geliyoruz ama özellikle stresli olduğumuz zamanlarda çocukluktan getirdiğimiz temel yaşam pozisyonumuza düşmeye meyilliyiz. Bir olay esnasında II. pozisyonda, olayın ardından IV. pozisyonda da hissedebiliriz. I. pozisyonda dünyaya geliyoruz ama aile, kültür, yaşam deneyimleri gibi faktörlerle kendimiz ve hayatla ilgili daha küçücükken farkında olmadan kararlar veriyoruz. Bu kararlara göre de kendimizi, başkalarını ve hayatı algılıyoruz, mutlu ya da mutlu olmamayı seçiyoruz.
Peki, siz genelde nerede duruyorsunuz hayatta? Nereden bakıyorsunuz dünyaya?
Stresli olduğunuzda hatayı kendinizde mi yoksa başkalarında mı arıyorsunuz?
İletişim kurarken şunu unutmayın yeter;
Hepimizin yaşamaya, kabul edilmeye ve fark edilmeye ihtiyacı var…
Ve buna hakkı var…
Sizin de… Onun da…
Ne olursa olsun…
Nasıl olursa olsun…
Paylaş