Paylaş
Yine bir yaz başlamıştı İstanbul’da. Haziran’ın ortasına kadar yağmurlar devam etmiş, ikinci yarısında bir anda kavurucu sıcaklar kendini göstermişti. Su, bir İzmirli olarak yılın bu zamanı hep aynı bunalımı yaşar, eski günlerini özlerdi. İzmir’deyken her hafta sonu yazlığa gider masmavi koylarda yüzer, geceleri arkadaşlarıyla dışarı çıkar eğlenirdi. Bu sıcakta hem çalışmaktan hem de Toprak ve Ada’yı eve hapsetmekten nefret ediyordu. Şimdi yine tatillerde Çeşme’ye ailecek gidiyorlardı ama hiçbir şey aynı değildi.
Bir kere artık o bakir koyların yerini ‘beach club’lar almıştı. Bangır bangır müzik vardı. Plaja girmek için hem otoparka hem plaja o kadar para vermen yetmiyor bir de plaja rezervasyon modasına uyman gerekiyordu artık. Yoksa yer garantisi yoktu, erken de gitsen güneşe atılan bir yastığın üzerine tüneyip yüzlerce insanın içine sığışmak zorunda kalabilirdin. Beach clubların yanı sıra pek çok şık restoran ve bar açılmıştı. Ama artık o çok sevdiği yazlık yer küçük İstanbul olmuştu. Huzur bulduğu, rahatladığı yer değildi artık. İnsanların plajda bile moda yarışına girdiği, parana ve gücüne göre itibar gördüğün bir yer haline dönüşmüştü. Üzülüyordu…
Oğlu Toprak beş yaşını doldurmuş ve yeni düzenlemelerden dolayı bu yıl okula başlamak zorundaydı. Toprak’ta dikkat eksikliği, hiperaktivite bozukluğu olduğundan 1. sınıfta zorlanmasından çok korkuyordu. Okula karar vermek başlı başına zor bir işti. Okul öncesi dikkat problemini aşmak için çok emek vermiş, çok doktora gitmiş, ilaç kullanmak istemediğinden “Play Attention” dikkat eğitimi programı onlara yol açmıştı. Kışa hazırlık olsun diye yazın da dikkat eğitimine devam edecekti. Aile tutumlarında da Toprak’a nasıl davranmaları gerektiği konusunda epey yol almışlardı. Toprak’a karşı hep kararlı ve net olması gerekiyordu, yumuşak yanını yakaladı mı sınırları sonuna kadar zorlayan zor bir çocuktu Toprak.
Bıraksa, Toprak bütün yaz bilgisayar ve televizyonla çok mutlu olurdu. Ama bunun ona yarar değil zarar getireceğini biliyordu. Etrafındaki annelere baktığında okul dönemi çocuklarını o kurstan o aktiviteye taşıyorlar, yazın ise çocuklarını nasıl oyalayacaklarını bilemiyorlardı. Su, Toprak’ı yaz için önce yüzme kursuna yazdırdı. Yüzmeyi uzmanlar önermişti. Yüzme hocası disiplinli bir adamdı, kurallara uyulmadığında kızıyordu. Toprak önce pek gitmek istemedi ama annesinin kararlı tutumunu görünce başka şansı olmadığını anlamıştı. Uzmanlar bu çocukların güçlü yönlerinin desteklenmesinin önemini vurgulamıştı hep. Toprak müziğe yetenekli ve ilgiliydi, kulağı iyiydi. Evde her tür müzik enstrümanı vardı. Akla gelebilecek her şeyden ritm çıkartabilirdi. Yaz boyunca onu ritim atölyeleri yapan bir okula da yazdırdı. Toprak, orada olmaktan çok mutluydu, kendini kaybediyordu.
Ada ise iki yaşını doldurmuş kendi karakteri olan minik bir bireydi. Onun sıcakta bakıcıyla evde kalmasına üzülüyordu. En çok onun için temmuz ve ağustostaki izin vakitlerinin bir an önce gelip tatile gitmek istiyordu. Allahtan sitelerinde havuz vardı. Sabahları bakıcı ablasıyla havuza giriyordu. Hafta sonları da ailecek mutlaka havuz ya da denize girebilecekleri bir yerlere gidiyorlardı. İşten gelir gelmez çocuklar uyuyana kadar tüm vaktini onlara ayırmaya özen gösteriyordu. Allah’tan bakıcı abla yatılıydı, yemek ve temizlik gibi ev işleriyle uğraşmıyordu.
Su kendisi için ne istiyordu peki? Kendini düşünmeye pek vakti kalmıyordu. Hayatı iş, ev ve çocukları organize etmekle geçiyordu. Her şeye, herkese yetmeye çalışmak bazen gerçekten yorucuydu. İş hep işti, hep stresliydi. Reklam sektöründe olmayı kendisi seçmişti. İşten, İstanbul’dan uzaklaşmak kesinlikle iyi gelecekti. Temmuza ve tatile az kalmıştı, dört gözle bekliyordu. Tatilde bol bol yüzmek istiyordu. Okuyamadığı kitapları okumak, izleyemediği filmleri izlemek istiyordu. Masaj yaptırmak istiyordu. Uzun zamandır görmediği çocukluk arkadaşlarını görmek istiyordu. Hep hasret kaldığı annesi, babası ve kız kardeşiyle özlem gidermek istiyordu. Pek çok şey istiyordu, bakalım ne kadarını gerçekleştirebilecekti.
Yaz boyunca Deniz ne yapacaktı peki? Beyaz atlı prensinin seferleri yazın da tabi ki devam edecekti. Deniz ve Su birlikte ‘Beş Sevgi Dili’ni okumuşlar, Deniz’in birincil sevgi dilinin ‘Onay Sözleri’ olduğuna, Su’nunkinin de ‘Nitelikli Beraberlik’ olduğuna karar vermişlerdi. Kitabı okuduktan sonra da psikologları Irmak Hanım’a gitmişlerdi. Su’nun yaz boyunca ödevi kocasını hoşuna giden şeyler yaptığında takdir etmekti, onun sevgisinin böyle beslendiğini anlamıştı. Kocasına zaten hayrandı ama son zamanlarda bunu pek de fazla ifade etmediğini fark etti. Deniz o kadar güçlü bir erkekti ki, buna ihtiyacı olduğunu hiç fark etmemişti Su. Deniz de tatillerde ‘onunla’ olacaktı. Telefonunu, bilgisayarını bırakıp sadece ona odaklanmaya özen gösterecekti. Hatta Deniz önümüzdeki hafta sonu için sadece ikisi adına bir plan organize etmişti. Baş başa romantik bir hafta sonu kaçamağı…
Ne kadar yorucu olursa olsun yaşamındaki seçimlerinden mutluydu Su. Ona her gün yeni şeyler öğreten, karşılıksız sevgiyi tattığı iki güzel çocuğu ve karakterine hayran olduğu sevdiği bir kocası vardı. Onu yaratmaya ve üretmeye teşvik eden bir de işi vardı. Yaşamın kısa olduğunu, çevresinde duyduğu hastalıklar ve ölümlerle her gün tekrar tekrar hatırlıyordu. Yaşam kısaydı, şikayetlerle vakit geçirmek yerine hayatına anlam katan şeylerle beslenerek dolu dolu yaşamalıydı.
Sevdiklerinin sağlığı ve sahip olduğu tüm güzellikler için şükretti ve tatil hayalleri kurmaya koyuldu Su…
Paylaş