Paylaş
Danışmanlık yaparken bir ilişki kuramı olan “Transaksiyonel Analiz” modelinden faydalanıyorum. Daha önceki yazılarımda da sizlere anlatmıştım. Bana göre bu model yaşadığımız çelişkileri ve kararsızlıkları anlamlandırmamıza, bazı insanlarla neden anlaşamadığımıza, acı çekmemize ve değersiz hissetmemize rağmen bazı insanları neden hayatımıza soktuğumuza açıklama getiren en somut ve başarılı model.
Özetle bu modele göre hepimizin farklı ego durumları (kimlikleri) var ve biz, iletişim kurarken bu farklı kimliklerimizin sesleri konuşuyor. Detayları öğrenmek istiyorsanız, ‘Yaşam Enerjimize Sahip Çıkmak Adına’ adlı yazımı okuyabilirsiniz. Ulaşmak için tıklayın!
O yazımda da bahsettiğim gibi “Doğal Çocuk” ego durumumuz bizim en saf halimiz. Kalbimizin sesini dinlediğimiz, gerçekten ne istiyorsak onu yaptığımız, bu sayede de özgürleştiğimiz yanımız. Biz büyürken bu yanımızı geri plana atmayı ve onun yerine bizden istenenleri yapmayı öğreniyoruz. Neden mi? Çünkü başkaları tarafından kabul edilmeye ihtiyacımız var.
‘Başkaları ne der’ düşüncesiyle pek çok zaman gerçekten istediğimiz şeylerden vazgeçiyoruz.
‘Dalga geçerler’ ‘Bana yakışmaz’ ‘Saçma’ ‘Komik’ diye sustuğunuz, gerçekten hissettiğiniz duygunuzu gösteremediğiniz, kendinizi frenlediğiniz zamanlar oluyor mu?
İşte genelde fren koyduğunuz gerçek yanınız “Doğal Çocuk” ego durumunuz. Doğal çocuk bazen fırlama, bazen yaramaz, bazen muzur olabilir. Haz odaklıdır, bencildir, sorumluluk almaz, maskeleri olmadığı için çıplaktır.
Belki en yakın ve samimi olduklarınızın yanında “Doğal Çocuk”un konuşmasına, içinden geldiği gibi davranmasına izin veriyorsunuzdur. Ama bir düşünün, acaba hayatınızın yüzde kaçlık bölümünde gerçek siz olabiliyorsunuz?
Siz düşünürken ben kendi adıma konuşayım. Beni pek iyi tanımayanlar “Doğal Çocuk” yanımı pek bilmezler. Sadece gördükleriyle yargılarlar. Karşılaştıklarındaysa şaşırırlar…
Geçtiğimiz hafta sonu Amsterdam’daydım. Yaş günümde internette bir şeylerle uğraşırken orada yıllardır yaşayan bir lise arkadaşımın ‘hadi atla gel’ demesi üzerine kendime hediye olarak uçak bileti aldım ve atladım gittim. Son derece spontan ve plansız.
Spontan başlayan seyahatim az kaldı gerçekleşemeden sonlanıyordu. Yeni pasaportumla İtalyan schengen vizesi alıp İtalya’ya giriş çıkış yapmadan Hollanda’ya girmeye çalışınca beni uçağa kabul etmediler. Havayolu yetkilisi, ülkelere karşı kredilerini kaybetmek istemediklerini o yüzden almadıklarını ifade etti.
Yeter ki bir şeye niyetlenin… Tüm kriz çözme becerilerim devreye girdi ve bana bu konuda yardım edebilecek ‘melek’lerime ulaştım.
Meleğim sayesinde uçağa alındım ama Hollanda polisi beni geri çevirirse oluşabilecek tüm masrafları ödeyeceğimi taahhüt eden bir kağıt imzaladım.
Uçakta da yanımda oturan Hollandalı’dan yardım rica ettim. Adamcağız kim olduğunu bilmediği bir Türk’ün yardım isteği karşısında afalladı ama beni kırmadı. Polise gerekirse onun misafiri olduğumu söyleyecektik.
Tüm dualar ve yardımların da desteğiyle ülkeye alındım. O an ki mutluluğumu görmeliydiniz…
Nasıl mı geçti? Detayları vermeyeyim… Hayatıma dışarıdan baktığım, hem eğlendiğim hem düşündüğüm bir hafta sonuydu.
“Doğal Çocuk”a özgür olması için izin verdim. İçimden ne geldiyse yaptım…
Ama şunu söyleyebilirim, öğrenciyken 5 ay kaldığım bu şehrin en sevdiğim yanı farklılıkların özgürce bir arada olabilmesi ve kimsenin başkalarının ne yaptığıyla ilgilenmemesi.
Kanallar üzerine kurulmuş bu güzel şehri farklı kılan, masaldan fırlamış gibi görünen evleri, bisikletleri ya da parkları değil; coffeshoplar, Red Light District ve gay’lere sağladığı imkanlarla aykırı ve özgür duruşu.
Amsterdam tam bir ‘Doğal çocuk’…
Ve size kendiniz olmanız için izin veriyor…
Ne dersiniz?
Bir insanı da bir şehri de anlamlı kılan başkalarının haklarına zarar vermediği müddetçe herkesi olduğu gibi kabul eden özgür bir bakış açısı değil midir?
Paylaş