Paylaş
Yeniden merhaba. Neredeyse bir yıldır ‘Hayat Denen Oyun’ adını verdiğim bu köşemde sizlere Su adlı karakterin hikayesini anlatıyorum.
35’ini geçmiş, 2 çocuklu, her şeye, herkese yetmeye çalışan, hayatı ıskalamadan dolu dolu yaşamak isterken bazen yorgun düşen, çalışan bir kadının hikayesi bu.
Detaylar için önceki yazılarımı okumanızı öneriyorum ama kısaca karakterlerimizi tanımanız adına; aşkla ve hayranlıkla bağlı olduğu Deniz adında bir kocası var ama çok yoğun çalışıyor ve onun hayatında öncelikli olduğunu yeterince hissedememekten şikayetçi. 5 yaşındaki hiperaktif oğlu Toprak ve 2 yaş inatlaşma krizlerini yaşayan kızı Ada bazen ona kök söktürüyorlar. Ailesi İzmir’de ve reklam sektöründe rekabetin yoğun olduğu bir ortamda çalışıyor. En yakın arkadaşlarından Gül, kısa zaman önce onu sürekli aldatan kocasından boşandı ve bekarlığa geri dönmüş olmanın tadını çıkartıyor. Bir türlü aradığını bulamayan Sevgi ise ‘beyaz atlı prens’ini umutsuzca aramaya devam ediyor. Su’nun hayatında asla vazgeçemeyeceği biri daha var, yıllardır hayatındaki her geçiş aşamasında, her krizde gittiği, danıştığı, rahatladığı psikoloğu Irmak Hanım. Evlendikten ve doğum yaptıktan sonra o ailenin de psikoloğu oldu. Herkes onu kabullenmiş durumda.
Bayram tatili için hem Su ve ailesi, hem de Su’nun fırlama arkadaşları Gül ve Sevgi Bodrum’daydı. Tatil bitince hepsi İstanbul’a döndüler. Bodrum tatili çok iyi gelmişti Su’ya. Uzun zamandır bu kadar çok eğlenmemişti. Kim ne derse desin kız kıza eğlenmenin yeri apayrıydı. İçindeki o masum yaramaz kız çocuğu çıktığında sanki yaşamın omuzlarına bindirdiği tüm yük kayboluyor. Arkadaşlarından, gençliğinden ve ortamdan adeta yaşam enerjisi depoluyordu.
Kabul etmeliydi ki hala beğenildiğini hissetmek her kadın gibi ona da iyi geliyordu. 40’a yaklaşıyordu ve bazen yaşlanmaktan korkuyordu. Aslında seviyordu hayatını, evli olmayı, ailesini, kocasını ama…Bazen yaşamı kontrol edemediğini hissediyordu. Çok hızlı akıyordu yaşam, tutamıyordu. Bazen özgürlüğe ihtiyaç duyuyordu. Eskiye, gençliğine dönmek istiyordu. ‘Ben’ demek istiyordu. Çılgınlık yapmak, kaygılarını, korkularını ve yaşam mücadelesini geride bırakmak istiyordu. Yeni heyecanlar keşfetmek istiyordu. Kızlarla bir arada olduğu o kaçamaklar biraz olsun o ruhu veriyordu ona..
Okulların açılmasına çok az kalmıştı. Az daha 5 yaşındaki minicik oğlu Toprak okula başlayacaktı bu yıl. Bütün arkadaşları gibi o da çok korkmuştu bu durumdan. Daha oyun çağındaki oğlunun hiç de hazır olmadığını düşünüyordu. Zaten hayat boyu rekabet ve sınav mücadelesi vereceklerdi, ne istiyorlardı bu minicik masumlardan. Bir yıl daha oyun haklarını ellerinden almak kime ne kazandıracaktı? Ya kaybedecekleri? 0-7 yaş döneminin önemini defalarca psikoloğu Irmak Hanım’la konuşmuşlardı. Kendimizle ve hayatla ilgili farkında olmadan pek çok karar verdiğimiz bir dönemdi bu dönem. Eğer bir çocuk bu dönemde kendini ‘yeterince iyi’ hissedemezse, gelecekte kendine verdiği değer ve başarılı olma hissiyatı zedelenebilirdi. Toprak zaten hiperaktif bir çocuktu, kurallarla ilgili sıkıntısı vardı. 3 yaşından beri kreşe gidiyordu ama öğretmenlerinden hep aynı şikayetler geliyordu: "Çok hareketli, dikkatini uzun süre vermekte sıkıntı yaşıyor ve kuralları sevmiyor.’" Böyle bir çocuğun 1. sınıfta nasıl olacağını hayal bile etmek istemiyordu Su. Ayrıca Irmak Hanım, gelişimsel olarak hazır olmayan çocuklar okula başladıklarında okulda ‘öğrenme güçlüğü, dikkat eksikliği’ gibi yanlış tanımlamalarla karşı karşıya kalıp okuldan soğuyabileceği ve öz güven kaybına uğrayabileceğini ifade etmişti.
Oğlunu tanıyan bir anne olarak buna izin vermemiş ve bütün yaz raporlarla uğraşıp sonunda Toprak’ın okula başlamasına engel olmuştu Su. Hükümetin yaptığı pek çok şeyden rahatsızlık duyuyordu ama Atatürkçü bir ailede büyümüş olan bir birey olarak eğitime yapılan bu müdahalenin pek de iyi niyetli olmadığını düşünüyordu. Çocukları için gelecek kaygısı yaşıyordu…
Paylaş