Paylaş
Son yıllarda oksitosinin vücuda ve zihne etkileri üzerine yapılan çalışmalardan öğrenilenlerden bazılarını Prof. Dr. M. Kerem Doksat sıraladı.
Oksitosin seviyesi yüksek olan gebe kadınlar, ilk üç aylık dönemlerinde bebeklerine çok daha bağlı olurlar ve diğer kadınlarla karşılaştırıldığında, hamilelikleri ve doğumdan sonraki ilk ayları daha davranışlara bağlı olarak tanımlanıyor – şarkı söylemek, bebeklerini besleme ve yıkama yöntemlerini kendine özgü şekillerde gerçekleştirmek gibi. Yapılan çalışmalar da bu durumun anne-bebek arasında özel bir ilişki yarattığına işaret etmektedir.
Araştırmacılar biyolojik çocuklarla evlatlık edinilen çocukların idrardaki oksitosin ve onunla bağlantılı vazopresin hormonunun oranlarını karşılaştırdı. Çocuklar biyolojik anneleriyle iletişim kurduğunda oksitosin oranı arıyor, evlat edinilen çocuklarda ise oksitosin oranı sabit kalıyor. Evlatlık edinilen çocukların güven problemi yaşamaları da bu hormonun eksikliğinden kaynaklanmaktadır.
Yapılan araştırmalar gerginlik, stres ve depresyonun etkilerinin bünyeye oksitosin enjekte edildikten sonra azaldığını göstermektedir. Nörologlar ve bazı psikiyatrlar, stresli ortamlarda hormonların daha etkin yansımaları olduğunu savunuyor.
Yapılan araştırmalar, oksitosinin erkeklerin anneleriyle ilgili anılarını kuvvetlendirecek etkileri olduğunu ortaya koymuştur. Annesiyle iyi ilişkiler kurmuş olan erkeklerin anıları diri olurken, annesiyle bağları zayıf olan erkeklerin de oksitsin hormonunun etkisi arttıkça anılarının etkin hale geldiği gözlenmiştir.
En iyi bilinen rolü, doğum sancıları sırasında oldukça artan oksitosin oranının bebeğin doğum kanalına gelmesini sağlamada payının yüksek olduğudur. 1900’lerden beri fizikçiler doğum sancılarını artırmak için olarak da bilinen sentetik oksitosin kullanmaktadır. Doğumdan sonra da bu hormonlar süt kanallarının açılması ve süt üretimi konusunda etkin rol oynamaktadır.
Yapılan deneylerde, beyin sıvısına oksitosin enjekte edilen farelerde kendiliğinden peniste sertleşme gerçekleştiğini göstermektedir. Oksitosin içeren beyindeki kimyasallar, erkeklerde bu tahrik olma olurken sürekli uyarımda bulunur. Bu kimyasallar eşler arasındaki bağ arttıkça daha yoğun hale gelir. Herkes için aynı olmadığını da eklemek gerek.
İçe kapanma eğiliminde olanlarda oksitosin eksiliği olduğu saptanmıştır. Oksitosin oranı arttıkça bir karakter bozukluğu olan iletişim eksikliği ve içe kapanma oranı gittikçe düşmektedir.
Oksitosin bulunduğu sosyal gruba karşı her türlü tehlikeye karşı savunma güdüsünü tetiklediği yapılan araştırmalar sonucunda ortaya çıkmıştır.
Stressiz durumlar oksitosin genelde beyine uykuya sevk eden uyarılarda bulunur. Oksitosin, stres hormonu olarak bilinen kortizol ile savaşır. Böylece rahatlamanızı ve rahat bir uyku çekmenizi sağlar.
Yapılan bir araştırmada oksitosin almış ya da burunları yoluyla plasebo (ilaç olmayan sahte madde) ile etkisi yaratılmış katılımcılardan oluşan bir gruptan, yabancılarla paralarını paylaşmaları konusunda karar vermeleri isteniyor. Oksitosin alanların %80’i paylaşabileceklerini söylüyor. Araştırmacılar bu hormonun başkalarını düşünme yetisini arttırdığını söylüyor.
Tabii ki hayır! Aşk sadece belli hormonlarla ortaya çıkmaz. Beynin orta derin bölgelerinde bulunan adrenalin de aşk döneminde artar ve işin içine heyecanı, ruhsal ve bedensel uyarılmayı da katar. Üstelik işin manevi yönünü arttıran ve sadece tek bir maddeye indirgenemeyecek, genlerle bize gelen yönü de var.
Aşkla tutku farklı şeylerdir. Tutku yani şehvet bitse dahi, aşk bir ömür boyu sürebilir. Çünkü beynimizde arketip denen, çok eski çağlardan kalma imgeler vardır. Bunlar ta doğuşta beynimizde ve benliğimizde mevcuttur.
Erkekler genellikle annelerine benzeyen veya hayatlarında önem taşıyan kadınlara benzeyenlere âşık olurken (anima), kadınlar da genellikle babalarına benzeyen veya onları andıran erkeklere (animus) gönül verirler.
Bunlar uyuşuyorsa da, o aşk hep sürer. Uyuşmayınca da ayrılıklar görülür. Kısacası, aşk bir hastalık değil, varoluşsal bir yaşantıdır ve tedavisi gerekmez.
Paylaş