Paylaş
Hepimizin de bildiği gibi, yüzyıllardır yaşanmayan bir İzmir depremi yaşadık geçtiğimiz günlerde. Yaşanılan sarsıntı fiziksel olarak sarsmakla kalmadı, psikolojimiz de çok etkilendi. Deprem sonrasını seyreden günlerde yoğun korku, panik, çaresizlik, her an deprem oluyormuş hissi ve yaşanılan olayı kabullenememe gibi tepkilerin yaklaşık bir ay kadar devam etmesi akut stres bozukluğu olarak değerlendirilmektedir. Bu semptomların uzun süre devam etmesi ve kişinin yaşam kalitesini etkilemesi ise bu bozukluğun travma sonrası stres bozukluğuna dönüşmesi olarak değerlendirilmektedir. Elimizde olmayan ama bizi etkileyen ve örseleyen durumlara travma diyoruz. Travmaların oluşmasındaki asıl etken kontrolümüz dışında gerçekleşen kayıplardır. Kayıplar, sadece birisinin ölümü değil aynı zamanda iş, ev, uzuv, vb. kayıplardır. Tabii ki, her kayıpta aynı fiziksel ve psikolojik etkiler yaşanmaz ancak birbirlerine benzer semptomlar yaşandığını söyleyebiliriz. Kayıplar karşısında yaşayabileceğimiz en doğal süreç yas sürecidir. Bu tepkiye belli bir süre mümkün olduğunca müdahale edilmemelidir.
Yas süreci, psikolojik olarak 5 evrede gerçekleşmektedir. İnkâr, kızgınlık/öfke, pazarlık, depresyon ve kabullenme olarak değerlendirilmektedir. Yas sürecinin bir yılı geçmesi dikkat edilmesi gereken bir unsur olarak belirtilmektedir. Kesin süre vermemekle beraber, kişi ölümden birkaç hafta sonra işine, okuluna geri dönebiliyor, öz bakımını gerçekleştirebiliyor ve 6 aydan 1 yıla kadar olan süreçte insanlarla sağlıklı ve anlamlı ilişkiler kurabiliyorsa yas sürecinin normal seyrettiğini söyleyebiliriz. Ancak, kişi eğer hayatına devam etmekte zorlanıyor, gerçekleştirdiği eylemlerden keyif almıyor ve depresif ruh halinden çıkamıyorsa bu süreçte profesyonel destek almak anlamlı olacaktır.
Kayıp yaşayan, yaşamasa da travmalara maruz kalan insanlar için önemli olan duygu paylaşımıdır. Duyguların ifade edilmesi, görmezden gelmeyerek belki belli bir süre tekrar tekrar anlatılması, kişiye iyi gelecektir. Yaşanılan travma ve kayıp süreçlerinde de psikoterapinin anlamlı olmasının sebebi buradan gelmektedir. Duygu sağaltımı, psikoterapi sürecine pozitif yansımaktadır. Bunlara ek olarak, kaygılarımızı besleyecek, endişelerimizi ve korkularımızı arttıracak sosyal medya haberlerinden ve sohbetlerden biraz uzak kalmak yaşadığımız olası travmatik etkilerin azaltılması noktasında olumlu bir davranış olduğunu düşünmekteyim.
Peki, enkaz altından çıkarılan çocukların psikolojik durumu nasıl etkilenir?
Malum, hepimiz haberleri sosyal medya aracılığıyla alıyoruz. Ne mutlu ki enkaz altından sağ kurtarılan bebekler ve çocuklar var. Bildiğiniz ve takip ettiğiniz gibi bu çocukların enkaz altından çıkarılırken çekilen fotoğrafları ve videoları çoğu sosyal medya kullanıcısı tarafından tekrar tekrar paylaşıldı. Şu an mutlu ve huzurlu bir şekilde hastanede tedavi olduklarını görüyoruz. Ancak, bu çocuklarda ilerleyen süreçlerde psikolojik olarak ağır travmatik sonuçlar seyredebilir. İleride, travma sonrası stres bozukluğu, kaygı bozukluğu, depresyon veya güvenli bağ kurmaya yönelik sıkıntılar yaşayabilirler. Çocukların günlük yaşamına geri dönmede zorluk çekmesinin fark edildiği noktada profesyonel psikolojik destek alınması anlamlı olacaktır. Ayrıca, sosyal medyada dramatize ve romantize edilebilen bu durum ailelerde ve çocuklarda türlü psikolojik sıkıntılara sebebiyet verebilir.
Çocuklar normal hayatlarına geri döndüklerinde bu fotoğraf ve videoların hala dolaşımda olması onları sizce nasıl etkiler? Bu fotoğraf ve videoları görüp tekrar tekrar travma anını depreştirmek ne derece sağlıklı olabilir? Enkazdan kurtarılırken çekilen fotoğraf ve videoların sadece oradaki kişileri değil, aynı zamanda daha önce böyle bir travma yaşamış bireyleri de olumsuz etkileyebilme potansiyeli bulunmaktadır. Bu yüzdendir ki, bu konudaki paylaşımlarda hassasiyet gösterilmesi gerektiğini düşünmekteyim.
Paylaş