Paylaş
Neden çocuğumuz olmuyor diye baktığımız da ise olguların %50-80’inde “oksidatif stres” dediğimiz bir durum karşımıza çıkıyor. Yani spermlerin içinde yüzdüğü seminal plazmada biriken toksik maddelerin yol açtığı hasarlanma.
Her canlı gibi sperm hücresinin de hareket edebilmek, yumurtaya girebilmek ve döllenme yaparak sağlıklı bir embriyo geliştirmek, neticede de düşük olmaksızın normal bir doğumu başarabilmek için enerjiye ihtiyacı vardır. Spermin enerjisi, hemen başının arkasında yerleşmiş, mitokondri dediğimiz organelinde üretilir. Bunu bir jeneratöre benzetebiliriz, dışarıdan aldığı yakıtı kullanarak sürekli enerji üretir. Bu sırada yan ürün olarak serbest oksijen metabolitleri açığa çıkar. Oksijen atıkları az miktarda olduğunda kolaylıkla yıkılır ve zararlı etkileri görülmez. Ama miktarı artarsa tam aksine, sperme zarar vermeye başlar. En sonunda da asıl genetik makinesi olan DNA’sını parçalayarak ölümüne neden olur. Apopitoz dediğimiz bu son, spermin yumurtaya girdiğinde embriyoyu geliştirmesini önler ve gebelik de gelişemez.
İşte oksidatif stres, seminal plazmada zararlı oksijen atıklarının artması neticesi sperm ölümüne neden olarak kısırlık oluşturur. Oksidatif stres spermin kendi içindeki metabolizma bozukluğuna bağlı olabileceği gibi, çevresel faktörlere bağlı dış kaynaklardan da gelişebilir. Sperm metabolizma bozuklukları doğuştan gelen genetik bir sorundan kaynaklanıyorsa, bunu düzeltemeyiz, ancak ilaçlarla baskılayabiliriz. Ama sperm dışı nedenler için tedbir alırsak zararlı ürün üretimini azaltıp, sağlıklı spermlere kavuşmak mümkün olabilir.
Öncelikle kısırlık nedeninin oksidatif strese bağlı olup olmadığını anlamak gerekir. Sperm tahlilinde hareket bozukluğu görülmesi, meni akışkanlığının azalması, lökosit sayısında artış ve morfolojide sitoplazmik artık oranı yüksekliği bundan şüphelendirir. Tanıyı kesinleştirmek için ejakulatta serbest oksijen atıklarının miktarı özel testlerle ölçülür. Şayet yüksek gelirse, ne kadar hasar oluşturduğunu anlamak için de sperm DNA hasar tayini yapılır. Sperm DNA hasarlarını TUNEL ya da Comet testleri ile ölçebiliyoruz. Doğru tanı koyduktan sonra da sorunun kaynağını tespit edip, buna yönelik tedbirler alınır. Tedbirlerin yetmediği durumda destek ürünleri ve ilaçlar kullanılır. Yine de hasarlı spermleri azaltamazsak, tüp bebek son çaredir. Bu sırada sağlıklı olan spermler tek tek seçilerek yumurta ile birleştirilir, böylece sağlıklı embriyo gelişimi de sağlanmış olunur. Ama tüp bebeğin başarısı en fazla %50 civarında olup, sürekli denemeyecek kadar da zahmetli ve masraflı bir süreçtir. Dolayısıyla ilk hedefimiz, oksidatif stresi tedavi ile ortadan kaldırıp, doğal yolla gebeliğin sağlanması olmalı.
Sperm sağlığını korumak için alınacak tedbirlerin başında yaşam tarzının düzenlenmesi gelir. Sigara, alkol ve ilaç bağımlılığı öncelikle çözümlenmelidir. Düzenli bir beslenme alışkanlığı edinmeli, aşırı kilo kaybı ve obeziteden kaçınılmalıdır. Sıcak banyolar, sauna, testisleri sıkıştıran dar giysilerin testise zarar verdiği gösterilmiştir. Tarım ilaçları, endüstriyel kimyasallar ya da kirli hava ile uzun süreli temas da sperm sağlığını olumsuz etkiler. Özellikle cep telefonu, bilgisayar ve modem cihazlarının yaydığı elektromanyetik dalgalardan mümkün olduğunca uzak durulmalı. Muayenede ileri derece varikosel bulunmuşsa, bunun da düzeltilmesi gerekir. Bu önlemlerin yetmediği durumlarda antioksidan gıdalar ya da destekleyici ürünlerin faydalı olduğu bir çok bilimsel çalışmada gösterilmiştir. Ancak destekleyici tedavilerin doğru seçilmediği durumlarda yarardan çok zarar getirebileceği de unutulmamalı.
Netice olarak baba adaylarına tavsiyemiz, çocuk sahibi olmak için ilk şartın sağlıklı spermler olduğunu akılda tutarak gerekli özeni göstermeleridir. Oksidatif strese maruz kalmış spermlerin sadece fertilite potansiyelini azaltmakla kalmayıp, epigenetik değişikliklerle çocuğu da olumsuz etkileyebileceği bilinmeli.
Paylaş