Paylaş
Çocuğunuza onun en sevdiği bilgisayar oyununu almak istiyorsunuz.
Şahane, yeni çıkmış bir oyun! Aldınız…
O çok mutlu oldu…
Siz de görevinizi yapmış oldunuz.
İçiniz rahat…
Keyfi yerinde.
Siz kahvenizi içerken ayağınıza dolanan kimse yok.
O odasında…
Mutlu…
Bir süre sizi idare edecek. Ta ki diğer oyun çıkana kadar.
O da o kadar uzun süre değil…
Alınan hemen eskir.
Eskiden bizler, oyunumuzu kendimiz yaratır ve oynardık.
Kimse bize harika çocuk demezdi.
Her çocuk böyleydi.
Her şey açıktaydı.
Kapılar açık, bahçeler açık, bisküvi tenekede, yağ bidonda…
Çamurlar bizim, hastane bahçesi bizim.
Hastane çalışanları komşumuzdu.
Sabah evden çıkar akşama kadar oynardık.
Dengeli beslenme nedir bilmeden!
Anne babalarımız bize “ZEKABET” diye bakmazlardı.
Oyun oynar hayatı prova ederdik kendiliğinden…
Yanlış davranan oyunun dışına çıkar, hatasını anlayınca affedilirdi.
Barışmayı, tartışmayı, kazanmayı oyunlarda öğrendik.
Çok zeki bildiğimiz kargaların başarısının sırrını duyduğumda hiç şaşırmadım.
Hayvanlar aleminde en uzun çocukluk geçiren kuşlardı kargalar..
Tam bir yıl.
İnsan oğlunun tam on sekiz yıl çocukluk geçirip de hala hayata hazır olmaması ne acı değil mi?
Sorun kimde?
Bizde.
Göklere uzanan evler yaptık bahçelerden uzaklaştık.
Oyun,
Oysa , hiç unutmayın, ne diyor 20 yy’ın bilgelerinden biri;
“İnsan yaşlandığı için oyun oynamayı bırakmaz; oyun oynamayı bıraktığı için yaşlanır….”
Paylaş