Paylaş
Bizler hatalar yaparız.
Hata yapmak önemli değildir.
Önemli olan onun farkına varabilmemizdir.
Her şeyin uç noktasını seviyoruz, çok zor “HAYIR” diyoruz.
“HAYIR” larımız çok kısa süre sonra “EVET” oluyor.
Sözler veriyoruz kolayca, ama çoğu zaman sözlerimizi tutamıyoruz.
Biz yetişkinler sınırlarımızı daha çizmeden bir de çocuk yapmaya karar verirsek sorun o zaman daha da büyüyor.
Neresinden bakarsak bakalım; bizim doğurduğumuz o küçücük varlık bize hükmetmeye başlıyor.
0-1 yaşında kocaman kocaman ağlamalar… Hep bana hizmet et dercesine.
1-2 yaşında inatlaşmalar.
3-6 yaşında sosyalleşmeyle birlikte daha da ileri taşıyarak evin dışında da hakimiyet kurma çabaları.
6-12 yaşında okulla ilgili problemler diz boyu! Kâh aile alttan alarak, kâh bağırarak, bazen de biraz bağır biraz alttan al harmanıyla işi götürme çabaları.
12-18 yaşta ise adını ergenlik dediğimiz “vardı da biz mi görmedik” dönemine giriyoruz. Alttan alalım “o şimdi ergen’’ diye diye saçmalıklar zinciri.
Sonrasında da “koca adam oldun, ben sana bir şey öğretemedim mi?’’ isyanları…
Bizler onlara öğretmek, görev vermek yerine durmadan söylenerek çocuklarımıza hizmet ettik.
Roller, ödevler vermeden.
Söylensek de kendimizi tanımayıp insanlıktan çıksak da hemen unutup yine “sen yapma ben yaparım” görevimize koşuyoruz.
Farkında olmadan her şeyi farklı yapıyoruz.
Bir çok anneyi çocuğuna eğilerek “efendim anneciğim, bir dakika anneciğim” dediğini çok sık duyuyorum.
Kim anne kim çocuk belli değil.
Problemi bizler yaratıyoruz.
Çocuklarımıza kurallar koymuyoruz.
Hayat çizgimizi ‘‘çocuk olmadan önce, çocuk olduktan sonra’’ gibi ikiye bölerek algılıyoruz.
Kocamıza sınır koyamıyoruz!
Çocuğumuza sınır koyamıyoruz!
Akrabamıza sınır koyamıyoruz!
Arkadaşımıza sınır koyamıyoruz!
Sınır koysak bile; yanlış algılıyor, sınırla katı olmayı eş tutuyoruz.
Oluşturulmamış, belirgin olmayan sınırlar delinmeye mahkumdur.
Sonuçta büyük yorgunluk, sürekli ‘‘anneciğim, anneciğim” diyen bir annenin sonrasında ise büyük öfke patlamaları.
Öfkeyle birlikte şaşkına dönen çocuklarımız…
Ha sadece bu da değil, kendimiz gibi olmayan annelere de “kötü anne, ilgisiz anne” yaftasını yapıştırıyoruz.
Çocuğumuzla birlikte, doğal olarak evimizin düzeni de değişir. Hayatımıza gelen kalıcı misafir bize aşırı yorgunluk getirmese, molalar için akraba desteği alsak, karı-koca ilişkisini, arkadaşlarımızı çocuk geldi diye unutmasak.
Kimin anne olduğu belli olan, kocaman bir kadının bir bebek karşısında “aç ağzını anneciğim” demediği, rollerin ve tutumların karışmadığı başlangıçlar yapılsa, ilerleyen zamanlarda yaşa, gelişimine göre görevler artırılsa, ara sıra dans ederken ayaklara basılsa da sadece ‘‘ayyy” sesiyle bireyler kendine gelse ayaklar kopmasa dansın sonunda güzel bir selamlaşmayla, kocaman alkışlar alınsa topluma iyi bireyler vererek…
Ne güzel olurdu!
Ustalıkla dans edebileceğimiz, dans ederken da adımları saymak yerine; müziğin ritmine kendimizi bırakarak sevdiğimize sımsıkı sarılıp güzel günler geçirmeniz dileğiyle…
Paylaş