Paylaş
Öyle anne babalar tanıdım ki; çok şey, daha çok şey öğretmek adına, her şeyi kazıyıp götürüyorlar.
Öyle anne babalar da tanıdım ki; çocuğa daha güzeli daha iyiyi vermek adına, hayatı maddeleyip, dizyem dizyem zerk ediyorlar.
Oysa çocuklara hayat öğretir, bunun adı da sosyal öğrenmedir. Yaşamın içinde gözlemleyerek, taklit ederek, model alarak öğrenir çocuk.
Anne babaların görevi onları şekillendirmek, yoğurmak yerine; kendilerine çekidüzen vermek olmalıdır. Çünkü onları izleyen, taklit eden, model alan bir çift göz vardır; canımız, ciğerimiz çocuklarımız...
İki tip öğrenme vardır: Birincisi, klasik şartlanmayla öğrenme, yani Pavlov’un meşhur deneyindeki köpeğin, zamanla zil sesine salya salgılayarak tepki vermesi gibi…
Bu kalıplı, kurgulanmış öğrenmenin dışında, bir de yaşamın içinde, görerek, izleyerek öğrenme vardır. İkincisine, sosyal öğrenme de denir.
Gözlem yoluyla öğrenmeye dikkat çeken ilk kişi olan Bandura, 1977’de Amerika’da yaptığı çalışmada 3-6 yaş grubu deneklerine, şişirilmiş oyuncaklarla oynayan çocukların yer aldığı bir film gösterir.
Birinci gruba izletilen filmde, çocuklar oyuncakları patlatır ama cezalandırılmazlar. İkinci gruba izletilen filmdeyse, oyuncakları patlatan çocuklar cezalandırılır.
Daha sonra çocuklar filmdeki ortama benzer bir bölüme alındıklarında; ikinci gruptaki çocukların birinci grubun aksine, oyuncakları patlatmaktan kaçındıkları gözlemlenir.
Anne baba olarak bizlere, öğretmenlerimize ve sanatçılarımıza çok iş düşmüyor mu?
Paylaş