Paylaş
Bu defa koronaya rağmen, başka hastalarla aynı odayı paylaşıyordunuz. Üstelik yasak olması gerektiği halde gelen giden çoktu odaya. Bağışıklığın zaten çok düşüktü ve annem çok korkuyordu korona kapmandan. Biz git gide tedirgin olmaya başladık yeni hastane koşullarından. Önceki hastanede sıcak su olmamasına rağmen banyo vardı. Annem su ısıtıp arada sana banyo yaptırabilmişti. Ama burada ne sıcak su vardı ne de banyo. Uzun süredir rahat bir banyo yapamamıştın zaten. Annem her gün seni silerek temizlemeye ve odada maskesiz bulunan refakatçilerden korumaya çalışıyordu.
İki gün sonra babam yine hastalandı ve ambulansı aradım. Yine kötüleşmişti, hareket etmiyordu. Yemek yemiyordu, su içmiyordu. Sanki hep senin kötü olduğunu hissediyordu. Sen hastalanmadan önce hiç böyle olmamıştı. Daha sağlıklıydı, sürekli ayaktaydı. Konuşup gülüyordu. İştahlıydı. Aranızda hep telepatik bir bağ var gibiydi. Ambulansla Şişli’de bir hastanenin aciline gittik. Yapılan tetkikler sonucunda yine zatürre olduğunu söylediler ve servise yatışını yaptılar. Zatürre olduğu için korona servisine yatırdılar bizi. Kovid testi şükür ki yine negatif çıktı. Ama yine de korona tedavisine başlandı. Sana başta söylemedik üzülme diye. Bu defa babam da beslenmediği için onun da burnuna beslenme sondası takıldı. Seninkini çıkardılar, onunki takıldı. Her şey kabus gibiydi. Biri bitmeden diğeri başlıyordu.
Seni 4. günde nöroloji servisine sevk ettiler. Ben anlamadım bunu ama gelip öğrenme şansım da yoktu çünkü babamla hastanede kalıyordum. Sonra annem belinden yine sıvı almak istediklerini söyleyince, “Nasıl ya önceki hastanede daha yeni alındı, hatta sonuçları henüz çıkmadı bile, ne alaka!” dedim anneme. “Ben bir yolunu bulup geleceğim doktorlarla konuşup durumu anlamaya” dedim. Tam bu noktada nasıl babamı bırakıp gideceğim diye kara kara düşünmeye başladım. Korona döneminde, korona servisinde yatan babama kim bakardı ki benim olmadığım 5-6 saat içinde. Bazı melekler dünyada aramızda yaşıyor. O kadar içten elini uzattı ki bana o melek, ben gelirim dedi. Üstelik benim en yakın arkadaşlarımdan biri bile değildi. Toplamda 3-4 kez gördüğüm meslektaşım canım Sevil, ısrar etti “geleceğim” diye. O kadar kararlı ve netti ki “peki” dedim.
30 Haziran salı öğleden sonra babamın yanından ayrılıp, günler sonrasında seni görmeye ve durumunu öğrenmeye hastaneye geldim. Daracık bir odada, hasta bir teyze ve refakatçisi eşiyle kalıyordunuz. Oda çok sıcak ve havasızdı. Klimalara izin verilmiyordu. Sen çok bitkindin ve çok zayıflamıştın. Yüzün çok cansızdı. Beni görünce hep sevinirdin, sevinmedin bile. O kadar yorgundu ki bedenin, ruhun… Seni bu halde, bu koşullarda görmek moralimi çok bozmuştu. Asistan doktorla görüştüm. Neden yine nörolojiye sevk edildiğini sordum. Zaten diğer hastanenin nöroloji servisinde her şey yapılmıştı ve iç hastalıkları servisine yatırılmıştın. “Biz de anlamadık” dedi asistan doktor. Hastalık sürecini ve yapılan tetkikleri sordu. Tek tek hepsini anlattım. Endoskopi ve kolonoskopinin yeni yapıldığını fakat kolonoskopinin tamamlanamadığını söyledim. Biyopsi sonucunun henüz çıkmadığını ve beklediğimizi belirttim. “Belinden sıvı almak istiyoruz ama anneniz izin vermiyor” dedi. “Daha önce de aldırmıştık hatta yakın zamanda yine alındı, sonuçlarını zaten bekliyoruz, yeniden neden alınsın ki!” dedim. “Daha önce çalışılmayan, diyabetle alakalı başka bir panele de bakacağız” dedi. “Bakın eğer aynı tetkikler yapılacaksa, aynı paneller çalışılacaksa istemiyoruz” dedim. “Yok, merak etmeyin, başka şeyleri araştıracağız” dedi. “Peki o zaman, ben annemle konuşur onu ikna ederim” dedim. Önceki hastaneden gelen epikrizi görmek istedim. Verdi dosyayı, tek tek her sayfanın fotoğrafını çekip geri verdim. Sonra da seni öpüp, vedalaşıp babamın yanına geri döndüm. İki hastane arasında böylece mekik dokumaya da başlamış oldum.
Belinden yeniden sıvı alındı ve gerekli tetkikler için gönderildi. Bir gün annem aradı ve dedi ki “Endoskopi yaptırmak için geldiler ben izin vermedim.” Endoskopi zaten diğer hastanede yakın zamanda yapılmıştı. Sonucu da yeni çıkmıştı. Yeniden neden aynı şeyi tekrar ederek sana bu işkenceleri yaptıklarını anlayamadık ve çok öfkelendim. Daha yeni konuşmuştum her şeyi asistan doktorla. 2 Temmuz’da, bu defa hiç kimseyi ayarlamadan annemle aynı anda yola çıkarak yer değiştirdik. Her defasında birini bulmaya çalışmak, bunu düşünmek çok yorucuydu. Biz de böyle bir çözüm bulduk annemle. Mutlaka konuyu anlamam gerekiyordu. Ne yapılıyordu, ne yapılması planlanıyordu…
Başka bir asistan doktor vardı. Neden endoskopi yapılmak istendiğini sordum. Yeni yapıldığını söyledim. Biz istemedik, nöroloji istememiştir dedi. Ama yapmaya gelen de nörolojiden bir başka asistan doktordu. Kimsenin kimseden haberi yoktu. Önceki kaldığı hastaneyi aradım ve asistan doktorla konuştum. Kendisine neden bir başka hastanenin nöroloji servisinde olduğumuzu sordum. Dedi ki, “Biz nörolojik açısından her şeyi yaptık. Pette çıkan böbrek üstü bezindeki tutulum için kanserin araştırılması ve tamamlanamayan kolonoskopinin yeniden yapılarak değerlendirilmesi için Gülnaz’ı tam teşekküllü bir hastaneye gönderdik. Gülnaz beyin enfeksiyonundan değil, altında yatan sebebi bulunamayan şey yüzünden, kilo kaybından ex (ölüm) olacak yoksa! Daha detaylı araştırılması gerektiği için sevk ettik” dedi. “Epikrizinde her şey detaylı şekilde yazılı ve durumu karışık olduğu için telefon numarası da yazdım ki sormak istedikleri bir şey olursa arasınlar” dedi. Aradan 11 gün geçmişti ve bu durumun kimse farkında değildi. Öfkelenmenin ötesine geçmiştim artık. Asistan doktora önceki hastanenin asistanıyla konuştuklarımızı tek tek aktardım. Epikrizi kendim de inceledim. Orada da yazıyordu oysaki. Fakat burada kimse konuya hakim değildi ve neden oraya gönderildiğini anlamamıştı. Asistan doktor “Tamam ben ilgileneceğim ama bunların iç hastalıkları bölümünde yapılmış olması gerekirdi” dedi. Benim anlayamadığım ne orda ne de nörolojide, kimse tam olarak neden o hastaneye sevk edildiğini anlamadığı halde bu kadar zaman kaybetmişlerdi! Bunu çözmek hasta yakınının mı işiydi?
Babamın yanına hastaneye geri döndüm. Asistan doktor beni telefonla arayıp, endokrinog ile görüştüklerini ama beyin enfeksiyonu için kortizon tedavisine başladıklarını ve şu anda testler için doğru zaman olmadığını söyledi. Yine en az 4-5 gün araştırma yapılamadan beklemekle geçecekti. Bir taraftan babama bakmanın git gide artan zorluğu, diğer taraftan da olup biteni takip etmek beni çok fazla yoruyordu. Hafta sonu abim gelip babama bakma görevini benden devralıyordu. Az da olsa dinlenmeye, nefes almaya, evime gidip çamaşırları yıkamaya vaktim oluyordu. Bu günlerde yine sana burundan beslenme sondası takmışlardı. Tak çıkar tak çıkar iyice psikolojin alt üst olmuştu, bizim de sinirlerimiz! Annemle pazar günü yine yer değiştirdik bu defa gece ben kalacaktım senin yanında. Annem de sonunda bir gece olsun sıcak bir duş alabilecekti babamla kaldığımız odada. Zavallı annem, o gün de sıcak suda problem varmış, ona denk geldi. Her şey sabrımızı zorluyor gibiydi.
Geceyi seninle aynı yatakta geçirdik. Sen sürekli kusuyordun. Gördükçe içim parçalanıyordu. Yine de hala bilincin yerindeydi ve kontrollüydün. Gücün çok azalmıştı ama. Gözlerinin ışığı zaten çoktan sönmüştü. Sabah olunca asistanlar geldi, tek tek daha önceden gördüğüm asistanların şimdi hepsi ordaydı. Neden epikrizi düzgün şekilde okumadıkları ve bu kadar zaman kaybettiklerini sordum. “Bizimle bu şekilde konuşamazsınız. Doğru düzgün epikriz yazmamışlar, neden buraya gönderdikleri belli değil” dediler. “Ben diyetisyen olduğum halde epikrizi okuyup, ne istediklerini anladım siz nasıl anlayamazsınız” dedim. “Hadi anlamadınız, neden epikrizde yazdıklarını doktor numarasını arayarak sormadınız!” “Biz aramak zorunda değiliz” dedi biri. “Madem aramayacaktınız bana söyleseydiniz ben arayıp size iletirdim söylediklerini. Neden sevk edildiğini anlamadınız madem, niye kabul ettiniz hastayı o zaman servise” dedim. “Ayrıca ben ilk geldiğimde konuyu özetleyerek anlatmıştım. Ona rağmen endoskopi yapılmak istenmiş. Neden yapılanları tekrar yapmak yerine, yapılması gerekenleri yapmadınız” diye isyan ettim! Öfkeden artık delirmek üzeriydim ve hiç tahammülüm kalmamıştı. Hepsi birden bir şeyler söylüyordu ama benim artık onları dinleyecek sabrım da kalmamıştı. “Servis sorumlusu uzman doktorla görüşün” dedi biri. “Tabii çok isterim nerede nasıl görüşebilirim” dedim. Odasını gösterdiler. Meğer servisten sorumlu olan Doç. Dr. Hanım geçirdiği bir kırık yüzünden bir süredir izinliymiş ve o sabah işe yeniden başlamış. Çok sevindim, belki de bu bizim şansımızdır diye düşünüp yeniden umutlandım.
Hocanın odasına girdim ve yaşadığımız süreci anlattım. “Ben daha yeni geldiğim için hastayı henüz görmedim. Görüp durumunu öğrenirim, değerlendiririz” dedi. İnşallah dedim, bu defa bir şeyler değişebilir. Gidişatın hiç iyi değildi ve ben elimizden kayıp gideceksin diye çok korkuyordum. Annemle yine görev yerlerimizi değiştirdik. Ben çoğu zaman babamla, o da seninle kalıyordu. Sen annemi görmeden yapamıyordun. Mecbur kalmadığımız sürece yer değişikliği yapmıyorduk. Annem aradı, hoca benimle konuşmak istiyormuş. 2 gün sonra yeniden yer değiştirdik annemle. Ender rastlanan bir mitokondrial hastalık (MNGIE) olabileceğini düşündüklerini ama bunun sadece bir olasılık olduğunu söyledi. Alınan kan örneği ile genetik laboratuvara gitmemi istedi. Sonucu hemen çıkmıyormuş. Bunun dışında kolposkopi (kadın hastalıkları için) yapıldı o gün ve kolonoskopi / endoskopi için yeniden gün ayarlanacağını söyledi. Endoskopinin zaten yeni yapıldığını ve biyopside bir şey çıkmadığını söyledim. Alınan bölgeye göre sonuçta değişiklik olabileceğini ve bu yüzden tekrarlanmasında fayda olduğunu söyledi. Uyutulacaksa eğer aynı anda yapılmasında sorun olmayacağını, anneme bu durumu anlatacağımı söyledim. Endokrinoloji ile görüşüleceği gereken tetkiklerin yapılacağını söyledi. Nöroloji olarak bizim yapabileceğimiz bir şey kalmıyor, iç hastalıklarına sonrasında göndereceklerini söyledi. Hocadan rica ettim. Oraya geçmeden bir gün, izin verirlerse seni eve götürüp banyo yaptırmak istediğimi. Tabii ayarlarlar, belli saat aralığında gider gelirsiniz dedi. Çok sevindim. Cuma günü uygun denildi ve hemen plan yapmaya başladım. Abimi aradım, cuma için iş yerinden izin alsın ve sizi alıp benim eve getirsin diye. Belki bu sana iyi gelecekti. Ev ortamı belki sana biraz olsun umut verebilecekti. Babamı bir şekilde görebilirsen belki yeniden yüzün gülecekti. Çok sevinmiştim.
Alınan kanı Ümraniye’de bir genetik laboratuvara bıraktım. Sonucunun çıkması 1 ayı bulur dediler. İçimden dedim ki “Acaba bizim o kadar vaktimiz olacak mı?” O gece de yanında kaldım. Ertesi gün iç hastalıklarına sevkin yapıldı. Asistan doktora sordum, “Peki bizim yarın için ayarladığımız izin ne olacak diye”, “İç hastalıkları doktorlarıyla artık görüşün” dedi. Hiç bitmiyordu sorunlar. Sürekli çabalamaktan çok yorulmuştum. Gittim iç hastalıklarındaki asistan doktorla görüşmeye, durumu anlattım ve bu izine çok ihtiyacımız olduğu söyledim. Çok şükür kabul etti, gerekli izin belgesini hazırladı. Akşam en geç 20.00’de orada bulunmazsak tutanak tutulacağını söyledi. “Tamam, merak etmeyin” dedim. O gece de kaldım senin yanında. Sen bu süreçte burundan verdiğim mamayı fazlasıyla kusuyordun ve hiçbir şekilde tolere edemiyordun. Yani burnundaki sonda seni beslemiyordu. Hatta ve hatta o gece uyurken bir anda öyle şiddetli kustun ki, o anda uyanıp kalkmama rağmen yetişemedim. Üstün başın kusmuk oldu. Üstünü değiştirdim, temizledim seni elimden geldiğince. Ama artık bunu görmeye dayanacak gücüm kalmamıştı. Annemle sabah konuştuk. Seni bu şekilde görmeye dayanamadığımı ve artık gece yer değişikliği yapmak istemediğimi söyledim. Bencilceydi belki ama sen de zaten hep annemi soruyordun, yanında istiyordun ve sanırım acının en büyük payı da anneme düşüyordu. Ben sürecin takibi için kafamı ve psikolojimi sağlam tutmak zorundaydım.
Paylaş