Paylaş
Akşam olmuştu. Anneme dedim ki “Babamın yanına sen git kal, ben Gülnaz’ın ilaçlarını halledeyim. Onunla ben ilgileneyim.” Annemi gönderdim, senin yanında durması için bir komşumdan rica ettim. Nöbetçi eczaneye gittim, reçetede sorun varmış. Nöbet ilacı çok önemli olduğu için onu reçetesiz şekilde aldım. Ertesi gün de ne yazık ki tatildi. Yine nöbetçi eczanelerde şansımı deneyecektim. O gece yine seninle aynı yatakta beraber uyuduk. Her zamanki gibi sürekli kusuyordun. Elimde tasla hep beklemedeydim. Sabah oldu. Nöbetçi eczaneye gittim. Gene alamadım ilacını, damardan mamalarını. Reçetede sorun varmış. Başka eczaneye gittim gene olmadı. Kimse neden olmadığını ya da nasıl olacağını doğru düzgün söylemiyordu. Arkadaşımın eczacı yeğeni Helin yardımcı oldu. Nelerin belirtilmesi gerektiğini, nerede hata olduğunu bana yazdı, ben de hastaneyi arayarak reçeteyi düzenleyen asistan doktora reçetenin/raporun düzeltilmesi gerektiğini söyledim. Tüm bu işlemlerin halledilmesi 3 günümüzü aldı! Yani yedekte mama verilmemiş olsaydı, nöbet ilacını da reçetesiz alamasaydık vay halimize!
Hafta sonu babamın yanında refakatçi kalmak için abim geldi. Bu defa kızı yani yeğenim Dilara’yı da bize getirdi bıraktı. Sen Dilara’yı çok severdin. Annem de yanımıza geldi. Cumartesi gecesi beraberdik. Sana banyo yaptırdık zar zor bir şekilde. Ertesi gün annem kendi ilaçlarını almak için Kartal’a gitti. Ben de damar yolu açmak için arkadaşım Serkan’ı çağırdım. Normalde bu işlemleri evde bakım hizmetlerinin yapması gerekiyordu ama malum hafta sonu onlara ulaşmak, kayıt yaptırmak mümkün değildi. Akşam olmadan abim aradı, babamı taburcu ettiklerini söyledi. Çok sevinmiştim. Sonunda hepimiz bir arada olacaktık uzun zaman sonra. Abim babamla birlikte geldi. Serkan’la beraber babamı yukarıya taşıdılar. Çok sevinmiştin babam hastaneden çıkıp yanımıza gelince. Sen bir odada damardan besleniyordun, babamı da diğer odada burundan besliyorduk. O günleri unutmak mümkün değil benim için. Ev hastaneye dönmüştü. Akşam annem geldi abim evine döndü. Tam 5 gün hepimiz aynı çatı altındaydık.
Bir gün işe gittim 5 saatliğine, döndüğümde sana baktım. Beni gördüğüne sevindin, yüzün güldü. Kollarını açtın. “Çok özledim” dedin. Halbuki çok kısa süreliğine evde yoktum. Acaba dedim “iyiye mi gidiyor. Yüzü güldü.” Hala hiç bir şey yiyemiyor, içemiyordun ama… Kusmaların azalmış gibiydi. Ümitlendim. Sonraki günlerde git gide halsizleştin. Tuvalete götürürken ayakta duramamaya başladın. O halde bile babamın odasına gitmek onu görmek istedin. Seni kucaklayarak babamın odasına götürdük. Yanına yattın. “Babaaaammmm” dedin… Fotoğrafınızı çektim. Nerden bilirdim son fotoğrafın olacağını.
Ertesi gün ben dışardayken annemden ilk defa biraz su ve ayran istemişsin. Hiç içmezken birkaç yudum da olsa içmiş ama kusmamışsın. “Evim hazır mı, temiz mi” diye sormuşsun. “Oğlum olacak adı da Kemal olacak” demişsin. Sonrasında birkaç defa dönüp sarılmışsın ona yatarken. Ben eve döndüğümde sen artık konuşamıyordun. Bir şeyler söylemeye çalışıyordun anlamsız şekilde… Durumun beni çok endişelendirmişti. Sabah olunca Çapa veya Cerrahpaşa acile götürerek şansımızı bir kez daha denemek istedim. Annem öleceğini söyledi. Birini bul Kuran okutalım dedi. Nasıl yaaa dedim. “Aylardır öleceğini düşünüyorsun ama bak direndi” dedim. Komşum Saliha Abla’yı aradım. Kuran okuyan biri var mı diye sormak için. “Ben gelirim” dedi, geldi hemen. Annem, Dilara, Saliha abla, ben başucunda oturduk. Kuran’ı dinledik. Belki de iyi gelecekti diye düşündüm. Sabah olunca enerjin artsın diye dua ettim. Yatağa girdim uyumaya çalıştım.
Annem geldi sonra odama. “Gülhan bana kızma ama ambulansı arayalım, durumu iyi değil, sabahı beklemeyelim” dedi. “Emin misin anne” dedim. Ambulansı ararsak Çapa veya Cerrahpaşa’ya götürme şansımız ve zamanımız kalmayacaktı. Direkt Şişli’ye babamın taburcu olduğu hastaneye götüreceklerdi. Orda da bir şey bulma ihtimalleri bana göre çok düşüktü. Ama annemin içi rahat etsin diye aradım 112’yi geldiler. Hemen aldılar çarşafa sarıp merdivenlerden indirdiler. Annem de onlarla birlikte gitti. Tüm gece annem acilin önünde bekledi. Sabah oldu. Anneme sen gel babamın yanına ben geleyim oraya dedim. Yer değiştirdik yine. Acile geldim, seni görebilmek ve doktorla konuşabilmek için… Epeyce bekledikten sonra, doktor geldi. Bağırsakların tıkalı olduğu için lavman yaptıklarını söyledi. Hastalığınla ve süreçle alakalı bilgi istedi. Sonra yanına gelmeme izin verdi. İçeri girdim. Sadece elin değil, ayağına da serum takılmıştı. Gözlerin yarı açık bilinçsiz bakıyordun. İshal olduğun için bezini açtım baktım durum çok kötü, bez istedim. Acil serviste bez yokmuş! Hasta yakınları kendileri gidip alıyormuş. Saçmalığa bakın! Hastaya lavman yapılıyor ama bez yok ve refakatçi de yasak, sadece 10-15 dakika görebiliyoruz! Neyse ki annem kapıdaki çalışanlardan rica etmiş, çanta bırakmış. İçinde bez de vardı, aldım hemen değiştirmek için. Kağıt havlu istedim, o varmış! Ben sildikçe bağırsakların boşalmaya devam ediyordu, durmuyordu. Pjamanın altını da silmek için kullandım mecburen ve bezledim. Üzerine de evden gelen çarşafı örttüm. Beni dışarı çıkardılar.
Bahçedeki bankta oturdum ağladım dakikalarca… Seni o halde görmek, ruhsuz acı çeken bir beden olarak, beni kahretti! İlk defa dua ettim Allah’a “Madem düzelmeyecek al artık canını, daha fazla işkence çekmesin, yeter artık” diye. Bunu söylemek o kadar zordu ki benim için… Daha fazla duramadım orada ve eve döndüm. Annem akşama doğru seni göstermeseler bile gideceğini, bahçede seni bekleyeceğini söyledi. Ana yüreği işte… Bir defa girebilmiş, bezini değiştirmiş. Sonra gece oldu, telefonumun sesini açık bırakarak uyudum. Sabah baktım gelen arama yok “ohh şükür” dedim, annemi aradım. Meğer gece seni entübe edip başka bir hastanenin yoğun bakımına nakil etmişler! Tabii ki yoğun bakımda hasta ziyaretleri de korona döneminde yasaktı. Elimiz kolumuz bağlandı. Anneme “dön sen de eve” dedim. “Yapılacak bir şey yok mecburen bekleyeceğiz” dedim. Teyzem ve abimi aradım, haber verdim, onlar da geldi. Hep birlikte beklemeye başladık. Akşam olmuştu, biraz kafamı dağıtmak için birkaç saatliğine dışarıya çıktım. Sonra geldim ve uyudum.
Aradan birkaç saat geçmeden saat 02.15’de o acı sesle telefon çaldı. Hep korktuğum o acı ses… Açtım. Doktor kalbinin durduğunu ve yarım saattir kalp masajı yapıldığını söyledi. Gelirseniz iyi olur dedi. Hayatımda hiç bu kadar içim yanmamıştı. Hemen ağlayarak annemleri kaldırdım. Annemin acı feryatlarıyla ve belki hayattasındır diye umutlanarak gittik hastaneye. “Öldü mü” diye sorduk yoğun bakımdaki hemşireye. “Maalesef çok uğraştık ama kurtaramadık” dedi. Biz yıkıldık.. Morga indik görmek için. Ahhh o nasıl bir andı. Fermuar açıldı yüzün göründü. Gözlerin kocaman açıktı! Tek hatırladığım bu. Gitmiştin kardeşim. Dayanamamıştın artık bu kadar eziyete. Her geçen gün eriyerek ölmüştün gözümüzün önünde. Seni öldürenin ne olduğu bulunamadan ellerimizin arasından kayıp gitmiştin…
Sona yaklaştıkça bu satırları yazmak çok daha zor oldu benim için. Üstelik bu arada babam da 2 aya yakın entübe şekilde yoğun bakımdaydı. Sadece 2 gün gözlerini açıp normal servise almışlardı, annem yanındaydı. Ağzından çıkan tek kelime de “Gülnaz” olmuş. Aranızdaki bu bağ öyle kuvvetliydi ki. Babamı da 14 Ekim’de kaybettik. Mezarlarınız yan yana. Ruhlarınız da eminim ki yan yana. Birbirinize kavuştunuz. İkinizi de çok seviyorum ve özlüyorum.
Paylaş