Paylaş
Eve geçmeden önce babamın yanına hastaneye uğrayıp kirli kıyafetleri alacaktım. Yolda sana “Babamın yattığı hastaneye gidiyoruz. Babamı görmek için çıkmak ister misin?” diye sordum. Çok güçsüz bir şekilde “yok” dedin. Sen ki babamı görmek için her sabah kalkıp bizi görüntülü arardın. Artık bir adım dahi atamayacak kadar çok yorulmuştun, hırpalanmıştın. Hastaneye vardığımızda, “Ben de gelicem” dedin yine çok güçsüz bir ses tonuyla. Hemen tekerlikle sandalye bulup seni oturttuk. Normalde ziyaret yasaktı ama burnundaki sonda ve hasta halinle kimse senin ziyaretçi olabileceğini düşünmedi. Babamın odasına kimseye fark ettirmeden girdik. Ahhh o an… Babamı gördüğünde elini uzatışın, “baba” diyişin… Hala dün gibi aklımda. Ona dokunmak, elini tutmak istedin. Kaldırıp seni yanına oturttuk annemle. Babamın yüzünü okşadın halsiz elinle. Babamın burnundaki sondayı görünce “çıkarın” dedin. Kendinden biliyordun çektiğin eziyeti ama babam akli dengesi yerinde olmadığı için sondanın farkında bile değildi. Üstelik burundan çok güzel şekilde besleniyordu ve bu sayede iyileşiyordu. Sonra zamanımız daralıyor diye kirli çamaşırları da alıp aşağıya indik. Benim eve gittik. Sen eve geldiğinde belki biraz rahatlarsın, kedim Shira’yı görünce belki yüzün güler diye ümit etmiştim ama hiçbir mutluluk ifadesini yüzünde göremedim. Bu beni çok üzdü. Hiç tadın kalmamıştı artık. Tartıyı çıkarttım ve sana rakamı göstermeden seni tarttım. 27 kiloydun! Allah’ım 8 kilo daha vermiştin! Ne olacaktı böyle. Sonra aldım seni banyoya götürdüm. Burnundaki sondayı ıslatmamaya özen göstererek kafana su dökmeden vücudunu yıkadım. Sonra da lavaboda zar zor saçlarını şampuanladım. İşim bitince havluya sarıp odaya götürüp üzerini giydirdim. Tıpkı bir bebek gibiydin. Babam gibi bakıma muhtaç. Ne kadar da çok benziyordu kaderleriniz birbirine.
Burnundaki sondadan da kusmuk gelmeye başlamıştı. Mama vermek mümkün bile değildi çünkü geri geliyordu. Ne olacaktı böyle hiç bilmiyordum. Saat 18.00 gibi çıktık, beni babamın yanına hastaneye bırakıp annemi aldınız ve dönüş yoluna geçtiniz. 20.00’da en geç hastanede olmanız gerekiyordu. 1.5 saat sonra aradım sizi “Nerdesiniz” diye sormak için. Daha karşıya bile geçememiştiniz! “Neden bu kadar uzun sürdü?” diye sordum anneme. Bir sorun yaşamıştınız. Mecidiyeköy viyadükte, sağdan köprü yoluna girerken, trafik polisi sizi soldaki Levent yoluna yönlendirmek istemiş. Abim de “Biz karşıya geçiyoruz. Bu yoldan gitmemiz gerekiyor ama” demiş. Polis ısrarla “Hayır bu yoldan git” demiş. Abim de “Ben bu yoldan nereye gideyim, kardeşim hasta, hastaneden izin aldık, 20.00’a kadar hastanede olmamız gerekiyor” demiş. Polisin fotoğrafını çekmiş. Polisin dediğini yapmış ve o yolun sonundaki diğer yol ayrımında bir başka trafik polisine, “Bizim köprü yoluna girmemiz gerekiyor. Önceki kavşaktaki görevli bizi bu yola soktu ama bizim sağdan köprüye bağlanmamız gerek” demiş. Polis de “olmaz” demiş. Annem çıkmış arabadan, “Kızım hasta bakın, hastaneden izin aldık, 20.00’a kadar hastanede olmamız gerekiyor” demiş. “Ne yapayım hastaysa, ben de hastayım, erken çıksaydınız siz de” demiş. Zaten olması gereken saatte çıkmışlardı. Orada abime 3 ceza yazmışlar! Biri yanlış yola sokuyor, diğeri ceza yazıyor! Olacak iş değildi! Üstelik arabada son derece hasta olan bir kız ve gözü yaşlı annesine rağmen! Neyse ki hastaneye ucu ucuna yetişmeyi başarmışlardı ama annemle abimin morali çok bozulmuştu. Bu nasıl bir vicdandı! Bu nasıl bir haksızlıktı! Abim yıllardır araba kullanır ve ilk defa ceza yemişti! Neden? Polisin zorla soktuğu yola girdiği için! Bu kadar adaletsizlik, merhametsizlik karşısında hepimizin morali iyice çökmüştü artık. Sanki herkes bizim önümüze taş koymak için el ele vermiş gibiydi. İki tane ağır hastayla ayrı hastanelerde kalmak üstelik de korona döneminde yetmezmiş gibi bir de bunlarla uğraşmak zorunda kalıyorduk.
İç hastalıkları bölümünde, pazartesi yapılacak olan endoskopi ve kolonoskopiye hazırlık, daha temiz bir bağırsak için hafta sonu cumartesi akşamından lavman yapılarak başladı. İshal nedeniyle daha da halsizleşerek 2 kere bayılarak düşmüştün. Durumun çok kötüydü. Burun sondasından çok fazla kusmuk gelmeye başlamıştı. Annem burnundaki sondayı çıkarmak istedi ve bana sordu. Ben de “Çıkart, hiçbir faydası olmadığı gibi zararı var, daha fazla işkence çekmesin” dedim. Çıkarttı annem. 13 Temmuz pazartesi sabahı annem aradı. Anestezi yapılmadan işleme alacaklarını ve buna karşı çıktığını söyledi. Doktorla konuştum, anestezi olacak şekilde randevunun alınmamış olduğunu söyledi. Oysaki bir hafta önce nöroloji doktoruyla konuşmuştuk, “Anestezi olacaksa kolonoskopi yapılırken endoskopiye de izin verebiliriz” demiştim! Doktor “Siz karar verin, eğer şimdi yaptırmazsanız, yeniden anestezi için gün almamız gerekecek” dedi. “Nasıl yaa” dedim. “Biz bir haftadır bekliyoruz. 2 gündür lavman yapılıyor, düşüp bayılıyor, boşuna mı çekti bu acıyı. Bekleyecek zamanı mı kaldı” dedim. Hemen nörolojide randevuyu alan asistan doktoru aradım. Açmadı. Mesaj attım, durumu yazdım. “Bilmiyorum biz randevusunu almıştık ayrıntılı devir de yapılmıştı, orası ile konuşun, yakın tarihe tekrar alırlar” yazdı. “Biz bunu günler öncesinden konuşmuştuk, anestezi olmadan endoskopiye izin veremeyiz demiştim. 2 gündür ishal, 2 kez bayıldı, nasıl planlıyorsunuz kendi aranızda” diye yazdım. Bana bu şekilde özelden mesaj atmazsanız memnun olurum” deyip engelli bastı. Delirdim! Bu nasıl bir merhametsizlik, sorumsuzluktur! Ölmek üzereydin ve kimsenin merhameti yoktu! Sonra aradı annem, iç hastalıklarındaki doktorun bir şekilde anesteziyi ayarlayıp işlemin yapılacağını söyledi. Neden bu kadar zora sokuluyordu her şey? Hakkımız olan için bile sürekli mücadele etmek zorunda kalıyorduk.
İşlem yapıldı ve yine kolonoskopi gaita nedeniyle tamamlanamamıştı. Hiçbir şey yemediğin halde ve bu defa 2 gün öncesinden lavman yapıldığı halde bağırsakların tam olarak temizlenememişti. Biyopsi alınmıştı, görünürde gastrit dışında bir şeye rastlanamamıştı yine… Geriye böbreküstü bezi araştırması kalmıştı. Surrenal MR çekildi, endokrinog ile görüşüldü. Kusmaya sebep olacak bir şey olmadığı söylendi. Neden kusuyordun peki? O değildi bu değildi neydi? Bir türlü bulunamamıştı. Tam 2 aydır yemeden içmeden, kusarak günden güne gözümüzün önünde eriyordun ve sebebini bulamamışlardı. Ertesi gün 14 Haziran’da, yapılacak başka bir şey kalmadı, burundan da sonda takılmayacaksa taburcu ediyoruz dediler. Ablam gitti taburcu olurken. Parenteral beslenme (damardan) için mama raporu ve diğer ilaçları yazmışlar. 1 hafta sonra konsültasyonunu yapan psikiyatri doktoruna kontrole getirin demişler. Ablama dedim ki doktora sor “Psikiyatri için randevu alacak mıyız?” Sordu, “Hayır” demiş, direkt gelebilirsiniz. Abim işteydi ve gelmesi çok zaman alacaktı. Hemen liseden arkadaşım Sonnur’u aradım. Sağ olsun eşi Evren’i gönderdi, annemle Gülnaz’ı benim eve getirmek için. Ben hala babamla hastanedeydim ama hastane evime yakındı. Böylece annemle istediğimiz zaman yer değiştirmek daha kolay olacaktı.
Paylaş