Paylaş
Minik bebeğinizi kucağınıza aldığınızda tüm dünya değişir. Tamamen size ihtiyaç duyar. Henüz sizi tanımamasına rağmen onu öyle sarar ve seversiniz ki, çıkardığı minicik sesler bile iletişiminizi besler.
Giderek büyür, hızla gelişir, her tepkisi sevimli, her sözü sevgi doludur. İlk adımlarını attığında dönüp size bakar, düştüğünde size sarılıp ağlar.
Bebeklik ve ilk çocuklukta da siz onun kahramanı ve modeli olursunuz. En inatçı bebek ve çocuk bile saf sevgisini anne babasına esirgemez.
İlkokul çağlarında da durum pek rayından çıkmaz. Yeni kahramanı öğretmeni ya da yeni bir arkadaşı olsa da size verdiği önem yine gözle görülür durumdadır.
İlkokulun sonlarına doğru, on iki yaşlarına doğru minik sevgi kelebeğimizde bazı değişimler görürüz. Fiziksel olarak ergenliğe girmese bile, ruhsal ön ergenlik belirtileri artık evinizdedir.
“Ne çocuk ne yetişkin” sloganıyla özetlediğimiz ergenlikte neler yaşadığını çocuğunuz da sizin gibi takip edemez. Bir an sevinçli bir an öfkelidir. Duyguları ve davranışları hormonları gibi hızla inip yükselir.
Büyümek ister, sizden uzaklaşarak özerkleşmek ister. Ancak fazla da uzaklaşamaz çünkü hala size ihtiyaç duyduğunu fark eder.
Sizi sever, ama bunu göstermenin “bebeklik” olduğunu düşünür. Sizin ona sarılmanızı ise şiddetle reddedebilir. Sizinle dışarı çıkmak, yemeğe gitmek, akşam oturup sohbet etmek yerine evde tek kalmak, odasına kapanmak, sohbetleri kısa ve net cümlelerle başlamadan bitirmek ister.
Öncelikleri değişmiştir. Arkadaşlar, alışveriş, teknoloji, sosyalleşme, karşı cins gibi kavramlar ön plana gelir.
Tabii ki özünden bir şey kaybetmez ve sevgi hala oradadır. Çocuğunuz kötü birine dönüşmüyordur. Sadece aşması gereken krizler, çözmesi gereken labirentlerden geçiyordur o kadar. Sert tepkiler, ters cevaplar, bitmek bilmeyen eleştiriler, agresif tavırlar sergileyebilir.
Bu sayılanlar, çoğu ergenin yaşadığı ruhsal belirtilerden bazılarıdır. Ancak belirtmekte fayda var ki bazı ergenler bunları hiç yaşamaz ya da çok kısa süreli yaşar. Bu hem genetik hem de çevresel faktörlerle ilintilidir.
“Eskiden ergenlik mi vardı?” diye de düşünülebilir. Ergenlik psikolojisi toplumsal bir moda kavramı değildir. Genel geçer bir psikolojik süreçtir ve çocuğun diş çıkarırken ağlaması kadar normaldir. Eskiden ruhsal ihtiyaçlar günümüzden farklıydı, büyüme sancılarını azaltacak daha çok sosyal bağ vardı, ebeveynlerin kafası ve hayatı bu kadar karışık değildi, ayrıca kapıları çarparak “Beni anlamıyorsun!” demek yerine, içe atılan duygular, baştan kabullenilmiş otoriteye direnememe, rahatlama alanlarını başka yerlerde arama, daha iyi bir ruhsal noktaya gelmeyi öğrenmemiş olma gibi durumların nesiller boyu yaşandığından söz edebiliriz.
Asıl soru şu?
Günümüz neslinin ergenlik sürecinde anne baba nasıl yol izlemeli?
Bu sürecin amacını iyi kavramalı. Çocuğunun kendine rest çekmiş bir yabancı olmadığını unutmamalı. Bu bir savaş değil. Bu bir gelişim süreci. Emekleme kadar doğal. Çocuğunuz kimliğini yetişkinliğe taşımaya çalışırken denge ayarlarını henüz tam kuramıyor o kadar.
O zaman emeklerken ne yapıyorduk? Yürüyebilmesi için ellerinden tutuyorduk. Düştüğünde kızmıyorduk. Pes etmiyorduk!
Hadi iş başına!
Ergenlikte de en az bu kadar destekleyici olunmalı. Ama bazı farklarla:
Büyümek mükemmeliği getirmiyor. Büyüdükçe daha az hata yapmasını beklemeyin. Belki de en karmaşık süreçleri bu yıllarda yaşayacak.
En az ilk çocukluğunda olduğu kadar övgü kullanın. Hatırlayın küçükken her şeyi vurgulardınız. “Aferin yemeği bitirdin, resmin çok güzel olmuş” gibi. Bunu şimdi de yerinde ve zamanında yapın. Örneğin, ayakkabı seçimlerin gerçekten de çok iyi. Ya da “Seninle sohbet etmek beni çok rahatlattı” gibi, yetişkin tarzına daha yakın övgü içeriklerini kullanın.
Ve en önemlisi, onun sizi en zorladığı anda kendinizi kontrol edin.
Sizi dinlemediği, sinirlendirdiği anlarda, en problemli tavırlarında bile içinden şunu söylediğini düşünün.
“Annecim, babacım, şu anda birbirimizi anlayamıyoruz. Ben de kendimi anlamakta zorlanıyorum ama içimden senle zıtlaşmak geçiyor. Böylece daha güçlü olacağımı düşünüyorum. Sana savaş açmış değilim. Lütfen beni zorlama! Koruyup kollamaya devam et. Sabır göster. Sabrına ve sevgine ihtiyacım var…”
Bu cümleleri yüksek sesle duyamayacaksınız ama inanın işin iç yüzü bu şekilde ilerliyor. Onunla savaşmak, ona kırılıp uzaklaşmak yerine, onunla barışın!
Sabır ve sevgi ile çok daha kolay aşılacağına olan inancınızı asla kaybetmeyin.
Paylaş