Paylaş
Havada sallanan işaret parmağının gölgesinde; “Ne yaptın? Ne dedin sen? Çok yanlış! Geç şu köşeye, ne yaptın düşün? Buradan ayrılmak yok!” Çocuk düşünmesi için işaret edilen alana geçer, biraz bekler ve yüzünü eğerek beklenen cevabı verir; “özür dilerim”.
Aile, çocuğa yaptığının ne kadar yanlış olduğunu anlatmaya başlar, hatta çoğu zaman, sazı eline almışken, davranışını sürdürdüğü koşulda 20 sene sonraki yaşantısından örnekler vererek bu davranışının ondan neler götürmüş olacağından bile bahseder... Çocuk ise artık ailesini dinleyememekte, karmaşık duygular içinde, onları izlemektedir... Yolunda gitmeyen bir şeyler vardır, ama ne? Aile uzaklaşır, çocuk paspasın üstünde kalır. Aile sakinleşir, çocuk paspasın, sandalyenin üstünde oyuna dalar, eğer ailenin –süre doldu- komutunu bekleyemeden köşeden ayrılmışsa; bir de “ben sana süre doldu dedim mi?” tartışması yaşanır, son bir azardan sonra kırık kalpler evin içine dağılır...
Düşünme paspası, düşünme sandalyesi, mola... İstediğiniz gibi isimlendirin. Açıklaması; evin içinde savaş, taht oyunları. Sonuçta herkes ve en önemlisi aile-çocuk iletişimi yara alır. Çocuk unutur, zaten neden-sonuç ilişkisi kuramamıştır, önlem almak ile ilgili somut adımlar atılmamıştır, davranış tekrar eder. Senaryo, cezalar ve yoksun bırakmalar ile genişleyerek tekrar yaşanır... Azarlanan, cezalandırılan, yok sayılan bireyler büyür, çaresiz kalan aileler arkadaşları ile dertleşir, çapraşık düzen sürer gider...
Cezalandırma, yoksun bırakma, uzaklaştırma yöntemleri; bir asır önce, çocukluk çağının önemi günümüzdeki kadar bilinmezken, nöro-gelişimden, çocuk psikolojisinden bihaberken uygulanan yöntemlerden biriydi. Günümüz çocukluğuna ise hiç uygun değil. Fakat halihazırda bir yöntem olarak okullarda ve evlerde uygulanmaya devam ediliyor...
Çocuk; duygusu ve fikri olan, merak eden, araştıran, merakları engellense bile engellerin nedenlerini araştırmaya devam eden, denemeler ile deneyimler kazanan, kendi olma yolunda rehberlerinden aldığı geri bildirimler ile yoluna yön veren, en büyük hakkı hata yapmak olan, her geçen gün bir alanda bağımsızlık kazanan, yaşı küçük bireydir. Bu tanıma onlarca madde daha ekleyebiliriz fakat her birinde yine çocuğun bir birey olduğundan bahsetmek gerekir.
Aile ve öğretmen ise; çocuğun büyüme ve gelişme serüveninde ona rehberlik eden bireylerdir. Çocuğun yolunu bulmasını sağlarlar. Herkesin yaşantısı kendine özeldir. Herkesin bir yolu vardır. Kimsenin, “kendi yolunu bırak, benim yolumdan yürü, istediğim kişi olacaksın, senin için en doğruyu ben bilirim” iddiasında ve zorlamasında olmaya hakkı yoktur. Bu iddia çocuğa diretildiğinde, çocuk en çok ergenliğe kadar, çevresinin onayını kazanmak için kendinden isteneni yapar, kendini ortaya koymak istediğinde sancılar ve çatışmalar başlar. Suçlu olan ise ergenlik süreci olur. Sanki bir sabah uyandığında çocuğun içinden bir ergen çıkmış gibi, o güne kadar yapılan hiçbir yönlendirme çocuğun bugününe zemin hazırlamamış gibi algılanır.
Aile ve öğretmenlerin, çocuk ile rekabete girmeden, rehber olduğunu unutmadan, yaşanan durumu çocuğa kendi bakışından ve toplumsal kurallar, aile / sınıf kuralları açısından suçlayıcı olmadan özetlemesi, durumu çocuk ile birlikte, ona tepeden bakmayan bir ortam oluşturarak gözden geçirmesi, sonuçları değil, önlemleri konuşarak, birlikte çözüm üretmeyi sağlayarak yaklaşması önemlidir. Bu değerlendirmeyi birlikte yapmak, çocuğun benzer durumda ne yapacağını öğrendiğini ve karara varılan davranışı uygulamasının beklenebileceğini de göstermez.
Aile, öğretmen daha sonraları soruna giden yolu fark etmeye çalışmalı ve çocuğa da bu durumu yine yargılayıcı olmadan fark ettirmeli, birlikte oluşturdukları çözüm önerisini uygulayabilmeleri için dayanışma halinde olmalıdır. Böylece farkındalığı yüksek, ruhu kılıç yaraları ile zedelenmemiş, davranışlarının sorumluluğunu alabilen bireyler yetişebilir...
Paylaş