Paylaş
Herkesin hayatta zevk aldığı, merak ettiği şeyler vardır. Benim de var. Hem de çok. Bunlardan biri de hoşuma giden detay ve bu detayların kökenini ya da yerini bulmak.
Tanrı bana bir fil hafızası bahşetmiş. Çok öncemi hatırlarım. Hafızamdan çıkmayan beş altı rüyam vardır ki araştırma yapınca tarihimi dört yaşıma kadar götürür. Karanlık bir odada koluma aşı yapan, beyaz ve göğüs deseni lacivert çizgili kazak giymiş esmer doktordan bahsettiğimde, “yok artık “denildi denilmesine de, kazak motifi bile vererek annemin de hatırlamasını sağladığım için bir suskun kalındı hemen sonrasında.
Umarım bana bahşedilen fil hafıza Alzheimer ile gerisin geriye alınmaz benden. Ocak başından ırak…
Bir fotoğraf, bir melodi, bir filmin bir sahnesi, bir aktör ya da aktris, gördüğüm bir yerdeki tarihi bir ev ya da bir tablo. Geçmişten ya da günümüzden olması fark etmez. Sevdiğim veya aklımın köşesinde bir şekilde yer etmiş olan şeylerin peşine düşmek gibi bir zevkim mevcut. Nereydi, kimdi, hangi filmdi, o sahne nerede çekilmişti, o ev kimindi, o tablo kime yapıldı, şimdi nerede? Sorular çeşitlenebilir.
Örneğin bir manzara resmi beğendim ya da bir filmde hoşuma giden bir kare gördüm, ya da bir kitapta yüreğimi hoplatan bir mekândan söz ediliyor. “Orası neresidir” diyerek hemen araştırmaya girerim. İlla o nokta bulunacak. Eğer mümkünse o güzelim karenin içine bir de kendimi koyacağım. O manzarada bir de ben olacağım.
Araştırmaya girerim. Bulduklarım da çok olur bulamadıklarım da. Hala cevap bekleyen konularım var mesela. Ama pes etmem. Zaman zaman bakar, aramaya devam ederim.
Her aradığımı bir şekilde bulunca omzumdan bir yük daha kalkar. Elime ne mi geçiyor? Elime geçen tek şey zevk ve ben de bu zevkimin kâhyasıyım arkadaş.
Bazen cevaplar hemen, bazen de yıllar sonra ya aradığımda ya da tesadüfen karşıma çıkar. Örneğin, ben onlu yaşlarımdayken TV’de yayınlanan bir sabun reklâmı vardı. Reklâmın müziğiyle kendimden geçiyordum. Yıllarca, aklıma geldikçe “ya şu melodiyi bilen var mı?” diye kaç kez mırıldansam da, bir bilene rastlayamamıştım. Yirmili yaşlarımdayken o melodi beni buldu ama. Master tezimi hazırlıyordum. Elimdeki kayıt ediciden tezime ekleyeceğim röportajı dinleyecektim. Radyomun sesini kısmaya giderken, birden küçüklüğünün unutamadığım parçası çalmaya başlamaz mı? Londra Classic FM’in telefonunu düşüremedim ama elimdeki kayıt cihazına parçayı kaydedip sonunda belirtilen bestecinin ismini öğrenmişliğim, ertesi gün, tek tek bütün bestelerini dinleyip, aradığımı bulma hevesiyle müzik markete girmişliğim, şansa bakın ki dinlediğim üçüncü CD’de bulmuşluğum var şu an bu satırları yazarken bana eşlik eden Shostakovich’in THE GADFLY’ını…
Şarkıyı dinlemek için tıklayın!
Havaalanındayım bir gün. Özel bir stant kurulmuş. Lokum kutuları üstünde. Anam, kutunun üstünde kullanılan yağlı boya tablodan alıntı resimdeki harem hatunu aynı ben. O yandan karşısına bakıyor ben direkt ona karşıdan. Hemen bir kutu aldım. İçindeki lokumların hepsini yutup kendisini çantama koydum. Ertesi günlerde annem dâhil kime göstersem, “aaaa bu ne benzerlik” dedi. Yani kendi kendime gelin güvey olmuş değilim. Efendim, ben düştüm bu resmin izine. Belki de büyük büyük anneannem falandır ne bileyim. Tabii bu durumda harem kadınlarından birinin torunu olmam lazım. Olsun. Kaderimde ne varsa. Lokum firmasını aradım. Pazarlama bölümü ile konuşup, kullandıkları tablonun detaylarını bir zahmet bana yazmalarını rica ettim. Hemen geldi cevabı. 1888’de Nouy tarafından yapılmış “White Slave” (Beyaz Köle) tablosu ve yerini öğrendim. Yani, Fransa’ya yolum düştüğü zaman gidilecek yerler listesine Nantes ve Beaux Sanat Müzesi eklenmiş oldu.
***
Yine uzun zaman önce seyrettiğim ve favorilerim arasına yerleştirdiğim “The Prime of Miss Jean Brodie” (Bayan Jean Brodie’nin Baharı) filminin bir yerinde, idealist öğretmen Miss Brodie kız öğrencilerine sanat eserlerini gösteriyor slayt olarak. Biri bir köprüye ait. Adını kaçırıyorum eserin. Diyor ki:
“Dante ve sevdiği kadın Beatrice’in karşılaştığı köprü bu”
Bir yerime not ediliyor bu kare. Oldu olmaz “bulacağım o köprüyü, yürüyeceğim üstünde” dedim. Sanki orada yürüsem kendi Dante’mi bulacağım? Aradan altı yıl geçip, kader beni Floransa’ya gönderdiğinde, hediyelik eşya satan dükkânlara girip
“Hangisi Dante ve Beatrice’nin köprüsü” soruma cevap alamayıp kaderime küser miyim hiç? Hediye satın almak için girdiğim bir dükkânda, tesadüfen gördüğüm bir kartpostalın arkası “Dante ve Beatrice” adlı bir tablo olduğunu söylüyor kartın önündeki resmin. Köprüyü de “Ponte Santa Trinita” olarak tanıtıyor. Hemen yüz metre ötemdeki köprünün fotoğraflarını çekiyorum art arda. Sonra, bir de benim ayak izlerim olsun diye, üstünde yürüyorum. Biraz da duruyorum. Ne olur ne olmaz. Ve fakat ben oradayken tek bir Dante geçmiyor kaderime küseyim.
***
Virginia Woolf ve Agahta Christie gibi sevdiğim yazarların sıklıkla gittiği “Orchard Cafe”’yi duyarım da gidip o bahçede bir de ben oturup hiç sevmediğim çayı, hele de sütlüsünü, sırf tarihe biraz dokunayım diye, içmezlik yapar mıyım hiç? Yapmam. Uyumluyumdur.
Bu Cambridge yakınlarındaki Grantchester’da, yudumlarken fincanımdan geleneksel İngiliz beş çayımı, nefis yeşilliğin içindeki masamda yalnız değilim hem. Agahta ile Miss Marple karakteri hakkında konuşuyorken biz, Virginia “Kendine Ait Bir Oda” adlı yeni romanına başlamış, onun karalamasını yapıyor.
***
Çalıkuşu’nun Zeyniler’inde kısa zamanlı hayali öğretmen de olmayı sevdim, Shakspeare ve eşi Ann’in piknik yaptığı bahçede Leydi Macbeth gibi dolaşmayı da. Sırf, kendisine deli gibi aşık olan Camille Claudel’e çektiren adamın kendi adıyla anılan müzesini bir lanet okumak için görmeye gittiysem de, yine de sanat eserlerine saygı duymadan edemedim.
“Sana lanet etmedim Rodin ama ruhuna da bir şey yollamadım haberin olsun.”
Seviyorum. Oralarda bir nefes de ben alayım, o karelerde ben de olayım istiyorum. Daha çok şey var listede. Hızla yenileri de giriyor tabii. Zaman, şans ya da kader beni oralarda da yürütebilir. Olmasa da olur. Yeter ki ben neyin nerede olduğunu ne için yapıldığını ya da kime adandığını bileyim. Zevk ve merak işte. İnsanoğluyuz vesselam… Ya meraktan ya meraktan….
Paylaş