Paylaş
Oğlum tutturdu bir evcil hayvanımız olsun diye. “Yok olmaz” desem nedenini soracak. Ona “anan korkuyor tüylü hayvanlara dokunmaya oğul” diyemem. Ben yapamıyorum diye onun da dokunmasını engellemek istemem. Bir canlıyı sevmesini, onunla arkadaş olmasını ben de istiyorum ama ona örnek olamıyorum maalesef.
Hem zaten hangi beceriyle yapacağım bunu? Çocuğa bakmayı zor öğrenmişim zaten. Köpek alsak nasıl bir emek ister. Bende ise o emeği verecek ne bilgi, ne de beceri, ne de sabır var. Kedi beslemek belki en kolayı ama onlara da ben düşkün değilim. Uzaktan sevmek tercihimdir.
Aman korkuyorum ya var mı ötesi işte.
Kuşu da kafeste görünce içim daralıyor. Kala kala bir balık kaldı. En nihayetinde iki adet Japon olanı girdi evimize. Birine Baloncuk dedi oğlum diğerine de Simon. Sorumluluk ona ait oldu. Her sabah yemlerini o verdi. Gelince onları seyretti, onlarla konuştu falan. Yaz tatiline girmemize bir iki hafta kalımı Baloncuk hakkın rahmetine kavuştu. Baktım bizimki kendini zor tutuyor ağlamamak için. “Benim yaptığım bir hatadan dolayı mı öldü” diye sorular soruyor.
Yas dönemimiz bitip yeniden bir evcile hazır olduğunu hissedince, bu sefer su kaplumbağası beslemek istediğini arz ediyor evimizin neşesi… Henüz olay arz halinde seyrediyor. Talep kısmı için yılbaşını bekliyoruz.
Hiçbir evcil hayvanım olmadı şimdiye kadar. Oğlum yaşlarındayken bir köpeğim olsun çok istedim. Hani Ayşegül seri kitapları vardı. Kitapta Ayşegül Fındık adında cocker cinsi olduğunu sonradan öğrendiğim köpeğiyle ve başka arkadaşlarıyla maceralar yaşardı. Ha. İşte o fındık renkli Fındık’a ne de çok imrenerek baktım, ne hayaller kurdum. Oysa ne eve evcil hayvan kabul edecek ailem vardı ne de ortalıkta cocker… Hem zaten yeşilliklerin içinde, etrafımızda kuşlar böcekler köpekler ve kediler bir doluydu. Onları uzaktan sevmeyi öğrendik. Yine de kitapların etkisiyle işte istiyordum bir pet hayvanım olsun. Mümkünse bir Fındık lütfen.
Bir bahar hafta sonuydu. Babam, arkadaşının ricası üzerine çok sevdiği yağlı boyaları ile tabela hazırlıyordu bahçede. Ben de etrafta oynuyordum. Tam o sırada bir kaplumbağa gördüm yeşilliğin arasında. Aha da uzun zamandır beklediğim yol arkadaşım yoluma çıkmıştı. Hemen anneannemin merdiveninin altında duran yüksek kenarlı kasalardan birini aldım. Hiç korkmadan elime aldığım hayvanı kasanın içine koydum kaçmasın diye. Ben Fındık istemiştim ama bir Hindistan cevizi gelmişti. Olsundu. Ot yoldum bol bol. Hem arkadaşımın yatağı hem de yiyeceği olacaktı bu taze yoncalar. Babama ve anneme söylememe ve eve bu kasayı getirmememe gerek kalmadan bakacaktım ona. O kadar heyecanlı ve mutluydum.
Uzun süre sessiz kalmamdan dolayı olacak, babam kafasını kaldırdı o sıra. Ne yaptığımı sordu.
“Baba ben bir kaplumbağa buldum. Benim olabilir mi? Beslemek istiyorum” diye kasayı ve içindekini gösterdim.
“Olmaz kızım. Bilmiyoruz yavruları var mı? Belki onlara yemek bulmak için gelmiştir ve yavruları şu anda aç bekliyor olabilirler. Bırakman lazım”
Hayallerim yıkılmıştı ama yavrularını bekletmesine de göz yumamazdım hayvanın. Bebelerini doyurmaya gidecek şu anayı salmam lazımdı doğaya tekrar.
Fakat onu böyle sessiz sedasız da yollayamazdım. Bir veda partisi düzenlemeliydim.
O sıra, bahçeye gelen kız kardeşim ve kuzenlerime durumu anlatıp partime davet ettim. Hep birlikte yolun hemen karşısındaki Memiş Amca’nın tütün bahçesine gittik. Yüksekçe bir yere kasayı koydum. Sonra kuzenlerime döndüm. “Hadi bakalım şimdi hem söyleyeceğiz hem dans edeceğiz.”
Bir yandan bangır bangır şarkı söylüyor, bir yandan çifte telli oynuyordum eteklerimi savura savura. Karşımda kuzenlerim ve kız kardeşim bana eşlik ediyorlardı. Tepinip durduk. Artık çığırmaktan boğazım ağrıyınca, kısılmaya başlamış sesimle yanına gidip tepesinden baktım arkadaşımın.
“Canım tatlı kaplumbağam, belki çocukların vardır senin. O yüzden gitmelisin. Ama yavrunu da mutlaka getir yanımıza olur mu? Seni bekleyeceğim tatlı kaplumbağa. Yine gel emi”
Gelir mi ki? Gelirse benimki olduğunu nereden anlarım? Hemen çare buldum. Koşarak bahçeye döndüm. Babamın yağlı boyalarından çivit renkli olanını bir koşu alıp geldim. Küçük bir dal parçasını kullanarak kaplumbağanın kabuğunu bir güzel boyadım. Tabii, boya, kutusundan dala, daldan da kabuğa geçene kadar uzun çizgi şerit halinde turuncu puanlı elbiseme de bir daha asla çıkmayacak bir yol yol desen bıraktı. Boya işlemi de bitince, onu Memiş Amca’nın tarlasına bıraktık. Ardından el salladık boynumuz bükük ama anlı şanlı uğurlamanın verdiği huzurla.
Onunla bağlarımı tutacak olan çivit mavisi kabuğuyla uzaklaştı petim kendi ırkına ait hızla…
Aradan belki iki hafta geçmişti. Kaplumbağamı özgürlüğüne saldığım bahçenin yüz metre uzağındaki Dursuna Teyze’nin bahçesinde çiçek toplarken bu sefer, bir ziyaretçi gördüm. Üstünde mini yavrusu ile birlikte gezinen bir kaplumbağaydı bu. İyice ve soluksuz yaklaştım. Gözlerime inanamadım yavrunun altından görünen çivit mavisini gördüğümde. Benimki gelmişti a dostlar. Hani demiştim ya gel diye. Valla da gelmişti billahi de gelmişti. Çığlık çığlığa koşuyordum bu mucizeye inanamadığım için. Heyecanımı kiminle paylaşayaydım? Yine parti vermek istiyordum ama katılımcı yoktu. Fakat benim bu tarihi anı da belgelemem gerekti. Hemen koşup, babamın mukavva kutu içinde duran boyalarından kırmızı olanını kapıp geldim geri. Yine bir çubuk yardımıyla, bu sefer de küçüğü damgaladım.
“Güle güle tatlı küçük. Büyü de sen de tek başına beni ziyarete gel emi”
Ekmek Kur'an çarpsın, birkaç hafta sonra da kırmızı boyalı olanı, orta boy olmuş şekilde, yine aynı bahçede karşıma çıkıverdi. Çocuk kalbimde mucizeler çiçek açmıştı.
Belki de zaten yaşadıkları yer bizim evin çevresindeki bahçeler olduğu için çivitliye de kırmızılıya da rastlamam o kadar olasıydı. Ama, ne bende bunu düşünecek akıl fikir vardı o zamanlar, ne de realist olmak için yeterince yaş. Bu yüzden, kaplumbağalarla anlaşma gücüm olduğuna, aramızda sevgi bağı kurulduğuna ve beni gerçekten de ziyarete geldiklerine upuzun bir süre inandım bu familyanın.
Belki de oğlumun kaplumbağa diye tutturmasının sebebi budur. Anadan oğluna geçmiştir onlarla iletişim kurma gücü. Bu güçten dolayı bağ oluşmuştur aralarında da düşünme gücüyle geleceğini çağırıyordur bizimki. Belki bu gelecekte oğlum benden çok adım öne çıkar ve bir tosbağa bilimcisi olur ne belli?
Söz konusu oğlumun kariyeri yani. Ben, en iyisi, yılbaşını beklemeden yeni misafirlerimize kapımı sonuna kadar açayım…
Ne olur ne olmaz!
Paylaş