Paylaş
Yirmi yedi yaşımdan gün aldığım gün, ondan önceki üç yıl içinde -o da tek tük- sorulan sorular birden hızını artırmıştı. “Biri var mı kızım? Artık vaktidir. Bak yaşıtların evlenip çocuğa karıştı.”
Beynimden aşağı kaynar sular dökülmüştü. Nereden bileydim ki, gelecek olan iki yıl içinde bu suların dökülmeye devam edeceğini, hatta beynime sıçrayan kanın ünite sayısını sayamaz hale geleceğimi.
Benden paparayı yiyen annem yine de geri adım atmıyor, ya tanıdıklarla ya da sayısı fazla olan ve kendilerine bağırmayacağımı bildiği, gerek biyolojik gerekse manevi teyzelerimle merak ettiği soruları sormaya devam ediyordu.
Hani ben “asla evlenmeyeceğim” demiyordum ya. Hayatımı biraz dünyayı gezerek geçirecek, o seyahatler esnasında bir prens görürsem, onun atına binerek bu prensle Yakakent’e gelecek, baba ve annem başta olmak üzere, programda emeği geçmiş olan bütün teyzelerin elini öptürecektim söz yani.
“Ya anne, ben demiyorum ki evlenmem, ama evli olmak için de acele edemem kusura bakma.”
“Ama kızım ben sende hiçbir çaba görmüyorum ki. Lay lay lom gezip duruyorsun, insan bir çaba sarf eder, bir etrafındakilere alıcı gözle bakar.”
“Ya anne ya. Sanki telgrafın tellerine altı koca adayı kondu, ben de uzaktan taş atıp adayları kaçırıyorum. Şu anda ne benim beğendiğim ne de beni beğendiğini düşündüğüm biri var. Her gün aynı muhabbetten bıktım ben ama.”
“Kim sevmeyecekmiş benim gül gibi kızımı? Yok öyle değil. İnsanların sana yaklaşmasına izin vermiyorsun. Millet seni burnu havada görüyor. Kafan havada yürüyorsun mesela.”
“Ne burnu havadası yahu? O benim yürüyüş şeklim. Off, valla dönüp gidecem İngiltere’ye ha!”
“Deli Betül sen de. Gidermiş. Zaten az kaldın. Hep orada zaman harcadın zaten. Erken dönüp bir yuva kuramadın da”
Ha böyle baskılar var diye ben hızımı mı artırdım? Anam alıcı gözle etrafa bak dedi diye, her önüme gelene potansiyel koca diye mi baktım? Yok. Özüm içermez böyle baş eğmeleri. Bildiğimi yaparım.
Peki, benim çıkışmalarıma rağmen boş mu duruldu? Ona da cevap hayır. İş yerime güya bilgi almak maksadıyla tanıdıkların tanıdıkları bekarlar gönderildi. Efendim ne tesadüf ki bu beyler Londra ile ilgili bilgi almaya geliyorlardı. Birbirimizi görüyorduk. Bir iki anlamamıştım ama sonunda çark etti.
“Aman işte Saliha teyzenin komşusunun oğluymuş kızım. Çok efendiymiş. Birkaç aylığına Londra’ya gitmeyi düşünüyormuş da, benden rica ettiler işte. Kızınız bir ilgilense dediler. Bir şey diyemedim. Öyle çok fazla zamanını almaz. Öğle tatilinde bir yemek yerken konuşursunuz istersen. Hani işine karışmak gibi olmasın da.”
İşime karışmayı bırak, programı ayarladığına, önümüzdeki yaz için Yakakent Otel’de düğünümüzü yaptığına, o düğünde giyeceğin kıyafetin dantelli taşlı parıl parıl parlayan şifonunu seçtiğine, giysiye uygun takıların siparişini verdiğine adım gibi emindim annemin.
Tabii hiç bir aday barajı geçemedi.
Efendim, nihayet yaşı yaşıma, huyu huyuma, suyu suyuma uygun, ağzıma layık bir sevgilim oldu.
Benim İstanbul’da çalıştığım şirketin İngiltere’de reklam ortaklığı yaptığı şirketten bir İngiliz genç ile iş icabı gönderdiğimiz elektronik postalar dolayısıyla tanışmış olduk. Yaklaşık dört ay şirketler arası yazışmalarımızdan sonra, o şirketle yolumu ayırmaya karar verip, kendimi dinlemek için hali hazırda eğitim gören kız kardeşimin yanına Londra’ya gitmeye karar verdim. Bunu öğrenen müstakbel eşim de Londra’da tanışmayı teklif etti. Ve kader bizi orada birbirine yazdı.
Biz o yılımızı Londra-İstanbul hattında geçirirken annem de boş durmadı. Hayır artık bir ilişkim olduğu için mutluydu ve yeni iş yerime sahte bilgi isteyiciler göndermekten vazgeçmişti ama şimdiki sorusu ya da sorunu bu ilişkinin nereye gideceğini bilmiyor oluşundan kaynaklanıyordu. Önceden teyzeler neferken şimdi arkadaşlarımı askeri güç olarak kullanmaya başlamıştı. Bana soramadığı soruları askerlere soruyordu.
“Banu, bunlar ciddi mi? Gidişat ne acaba?”
“Filiz, şimdi kızım çocuk iyi hoş da, yabancı yani. Ne bileyim ne zaman evlenirler? Hadi evlendi diyelim, alır bu kızı İngiltere’ye götürürse.”
“Ayşe, sen şu çocuğun ağzını arasana. Bizim geleneklerimize göre öyle çok beklenilmez falan desen”
Allahtan arkadaşlar anneme olur deyip benimle durumu paylaştılar da onurumu kurtardım. Doğal yollardan evlilik gerçekleşti.
Aylardan şubattı. Biraz önce evlenme teklifi almıştım. Elbette uzun zamandır haber bekleyen zata telefon açtım.
“Anne”
“Efendim kızım.”
“Bir haberim var. Sam’le evlenmeye karar verdik. ”
“Ayyy çok sevindim. Ne zaman evleniyorsunuz peki?”
“Önümüz değil bir sonraki yaz olsun dedim”
Telefonun ucundaki ses kesilmişti.
“Anne, pek memnun olmadın sanırım”
“Şey, yani tabii sevindim de, niye öyle dedin? Bu yaz olsaydı düğün”
“Anne bu yaza beş ay kaldı. Ben daha fikre kendimi alıştıracağım sonra hazırlık falan. Bu neyin acelesi yahu”
“Oooo bir ayda bile hazırlıklar olur. Tabii ben ne karışırım sizin işinize. Bu yaz olsa iyiydi. Yine de sen bilirsin de, yani karışmıyorum da, yine de düşünün derim.”
Burnumdan soluyordum. Anam düğün tarihini erkene çekmek istiyor mu diyeceğim çocuğa? Tövbeler olsun ya.
Lakin iki ay sonra ne olduysa oldu. Londra’da gezerken birden bire “o kadar uzatmaya ne gerek var bu yaz evlenelim” deyiverdi Sam.
Anaaaa. Annem acaba el kol ya da kaş göz işaretleriyle veya İngilizce bilen arkadaşlarımla Sam’e “oynamaya çok ihtiyacım var damat, düğün bu yaz olsun” mu demişti?
Değilmiş valla. Kocam bensiz bir yıl daha düşünememiş.
Ağustos ayında, güzel ve eğlenceli bir düğünle nihayet annemi mutlu ettik.
Düğünde ben pek oturmadığımdan, bir gazetenin haber yapmak için gönderdiği gazeteci arkadaşla benim yerime başkaları sohbet etmişti. Gazeteci, gelin ve damadın nasıl tanıştığını sormuş, o sırada babam röportaj yardımı için yanına Sedef’i göndermişti. Kız kardeşim Sedef ise fazla sohbetten hoşlanmayan bir tip olduğu için kısaca, “valla bildiğim kadarıyla şirketteyken elektronik postalarla tanışmışlar galiba” demişti.
Düğün oldu bitti. Ben 40 kişilik İngiliz grubuyla İstanbul’a döndüm. Ve balayına gitmeden bu misafirleri bir İstanbul turuna çıkardım. Elimdeki kırmızı şemsiyeyi havaya kaldırıp, kafilenin beni izlemesini sağlamış ve turlamaya, Kumkapı, Taksim, İstiklal, Karaköy gezdirmeye başlamıştım. Sultanahmet’te ilerlerken bir haber geldi. Şu şu şu gazeteleri al aç bak diye.
Hemen ilk önüme çıkan gazeteciden gazeteleri aldım. Allahım o da neydi! 3. Sayfa haberlerindeyim.
TÜRK KIZINA İNGİLİZ DAMAT
YAKAKENT’E CHATLE İNGİLİZ DAMAT GELDİ
ELİF’E OLAN AŞKIM VATAN AŞKIMI GEÇTİ DEDİ
Başlıklar altında yazılanlar daha da ilginçti.
“Bir reklam ajansında çalışan Elif, kendine ait bir koca adayı bulamamaktan yakınıyordu. Bir arkadaşının tavsiyesi üzerine internette chat odasına girip İngiliz Sam’le tanıştı. Kısa sürede birbirlerine aşık olan çiftin düğünlerine 100 kişi İngiltere’den geldi. Elif’e olan aşkının vatan sevgisini geçtiğini söyleyen Sam, düğünde bol bol göbek attı. Yakakent’e yerleşeceğini, Elif’i çok sevdiğini söyledi.”
Sultanahmet’in ortasında bayılmama ramak kalmıştı. Fotoğraflarının çarşaf çarşaf gazetelerin Karadeniz eklerinde, bazı gazetelerin ise 3. sayfalarında gören İngilizler, içeriğini bilmeden elden ele resimlere bakar ve sevinirken ben sinirden kudurmuş halde rezil olduğumu düşünüyordum. Chatle evlenmiş bir sürü kişi vardır. Chatle evliliğe değil, benim tanışma hikayemle alakası olmayan bir habere karşıydım.
Tepinmem işe yaramazdı zaten. Zaman içerisinde sinirlenmeyi bırakıp bu olaya komedi olarak bakmaya başladım.
Neyse efendim. Evlendim başım göğe erdi. Lakin henüz görevim bitmemişti.
Aradan bir yıl geçtikten sonra annemin telefonları yine bilindik bir konuya geri dönüş yapmıştı çünkü.
“Elif, kızım ne olacak bu kızın hali? Hiç kımıldama yok. Hiçbir çaba yok. Bak yaşıtları evlendi çoluğa çocuğa kavuştu. Bizimki hala lay lay lom. Söyle artık dönsün memleketine, düzenini kursun. İş bulacak, evlenecek. Ne zaman yapacak bunları ?“
Kabus geri dönmüştü. Annemin bahsettiği yeni hedef kız kardeşim Sedef’ti. Ve bu seferki kaya benim sekiz katım sert, on altı katım inattı.
Ama valide bildiğini okuduğu cinsten olduğu için geri adım atmıyordu.
O maceralar ise gelecek yazımda :)
Paylaş