Paylaş
“Gelin” sıfatıyla geri döndüğüm İngiltere’de bu sefer sahil şehri olan Brighton’dayım. Şehre alışmam uzun sürmüyor. Zaten çok büyük değil. Bir iki haftada bilmecesini bulmacasını çözmüşüm. Cıvıl cıvıl bir yer. Öğrencilerin çok tercih ettiği bir yer ayrıca. Fakat ben artık öğrenci değilim. Henüz anne de değilim. Bu yüzden bu iki gruba ait insanlarla muhabbet şansım yok. Hala Londra’da epey arkadaşım var ama bu yeni şehirde yalnızım. O yüzden tek başıma bir gün alışverişe çıkıyorum, diğer gün evde sinema keyfi yapıyor, iki film arası bedava olan telefonumuzla akşama kadar Türkiye ile konuşuyorum, bir gün de bahçe ile uğraşıyorum. Sonra döngü tekrar başa sarıyor.
Her günün ortak paydası ise yemek yapmak. Devamlı değişik yemekler deneyip, beyimi bereketli sofralara oturtmak. Çorba, ara sıcak, ana yemek, salata ve tatlıyla “bak ne kadar doğru karar verdin de beni tercih ettin”i gözüne ve midesine sokarak her gün hatırlatmak.
Tamam, beyim doğru ata oynadığını anlamıştır herhalde. Lakin artık bayıyor. Beyim efendim yuvamıza gelinceye kadar her gün aynı şeyi yapmak rutini benim ruhuma ters. Konuşmam lazım birileriyle, beraber yemem içmem, fikir bilgi alışverişi yapmam, bir yerlere beraber gitmem lazım falan fıstık. Yar bana bir eğlence nameleriyle volta atıyorum sahilde.
Birkaç gün sonra kapım çalınıyor. Mavi gözlü, sarı saçlı, benim yaşlarımda karnı burnunda bir bayan gülümsüyor. Adının Nicole olduğunu ve alt katımda oturduğunu söylüyor. Bebek doğmadan önce evde küçük çaplı bir parti vereceğini gelmek isteyip istemediğimi soruyor. Avı ayağına gelmiş kaplan gibi kızı içeri davet ediyorum. Kahvesini yapıp önünde elimde avucumda ne varsa koyuyorum. Meğer ne kadar suskun kalmışım, nefessiz konuşuyorum. Ertesi gün partiye de giderek sosyal yaşamıma ilk adımımı atıyorum.
Zaten kendimi yemek yapmaya vermişim. Her pişirdiğim Türk yemeğinden Nicole de götürüyorum. Şakşuka, börek, pilav üstü kuru, Ankara tava, biber dolması, karnıyarık. Hani kendi ülkemin yemeklerinde çok iyi olmamama, yaptıklarımın maharetli hatunlarınkinin yanından bile geçmemesine rağmen, Nicole gözlerini açıp”aman tanrım” diyerek yedikçe nimetleri, ben gaza geliyorum. Gözlerinde Türkiye’nin haritası beliriyor adeta kızın. Aşerme sorunu olmayan Nicole artık benden gelecek Türk yemeklerine aşeriyor.
Güzel bir arkadaşlık başlıyor aramızda. Çocuğu doğduğunda elimden geleni yapıyorum. Bebeğini bana bırakmasını söylüyorum ki yeni açacağı bebek mağazası için yeterince zaman harcayabilsin. Aslında büyük firmaların reklam yüzü olan Nicole’ün modelliği bırakıp bir mağaza açmak istemesinin altında bir adam yatıyor. Bu adam ise sözde bir koca olan çocuğunun babasından başkası değil. Hikâyesinin girişini ondan dinliyor, gelişme kısmına ise eşlik ediyorum.
GİRİŞ:
Ünlü bir firmanın Japonya ayağının katalog çekimi için önce Tokyo sonra da Cape Town’a gidiyor kız. Çekim sonrası sahilde dinlenirken karşısında performans sergileyen müzik grubunu dinliyor. Bir ara Bongo çalan müzisyenle göz göze geliyor. Etkileniyor. Konser sonrası yanına geliyor bongocu. Sohbet ediyorlar. Sohbet akşam yemeği davetiyle ilerliyor. Havada aşk kokusu oluyor. Bongocu Mali’li olduğunu ama para kazanmak için Cape Town’da yaşadığını söylüyor. Babasının Mali’de bir kabilenin reisi olduğunu ve kendisinin çok nüfuslu ailesine yardımcı olduğunu falan.
Kız çok etkileniyor. İngiltere’ye dönüyor ama aklı bongocuda kalıyor. Fırsat bulduğu ilk vakit yanına dönüyor. Onunla yaşıyor sekiz ay. Mali’de değil ama Mali’nin geleneklerine göre kabile düğünü yapıyorlar küçük bir grupla. Resmiyete ise İngiltere’de dökecekler. Kocasını Brighton’daki evinde beklemeye başlıyor Nicole. Karnında üç haftalık bebeği var.
GELİŞME:
Bürokratik işlemler için çok para lazım geliyor diyor koca. Kız para yolluyor. Vize vermediler, avukata gideceğim diyor koca. Kız para yolluyor. Kabilem çok fakir, onlara birkaç yardım yapmam lazım diyor koca. Mesela kuyu açtıracağım diyor. Mesela et dağıtacağım diyor. Kız para gönderiyor. Öyle böyle paralar değil ama gönderdikleri. Yedi ayda gönderdiği para 320 bini buluyor mesela.
Nicole doğurdu doğuracak. Bebeği dünyaya gelirken baba yanında olsun istiyor ama babanın hep sorunu çıkıyor. Ya kabilenin işine koşuyor ya grubuyla birlikte konser için diğer Afrika ülkelerine gitmesi gerekiyor, ya konsoloslukta problem yaratılıyor ya da avukata ulaşamıyor.
Nicole onsuz doğum yapıyor. Oğlu oluyor. Bebeğine haftada iki gün ben bakmaya çalışıyorum ki o işlerini halletsin. Kenardaki parası biten kız evini satmaya çalışıyor. Çünkü biliyor ki kocasını buraya getirtmek için daha çok harcama gerekiyor. Bir gün onun Mısır’da konsere gideceğini duyunca bebeği göstermek için o gidiyor yaklaşık bir yıldır görmediği kocasının yanına. O gidişten tekrar hamile kalıyor.
Daha bir yaşına gelmemiş oğlu ve karnındaki yeni bebeğiyle ve umutla beklemeye devam ediyor kız ve hala kocası sandığı kocasına para göndermeye devam ediyor.
Yeter diyorum. Gözünü açıp kendisine gelmesini söyleyenler korosuna mezzo soprano olarak ben de katılıyorum.
Nicole kabile geleneklerine göre evlendiği kocasına nihayet artık parası kalmadığını ve bundan sonra gelmek isterse kendi imkânlarını kullanması gerektiğini söylüyor. Sihirli sözcüklerden sonra aramayı kesiyor sözde koca. Aşkın gözü kör ya, kız yine arıyor. Onu hala sevdiğini ama para gönderemeyeceğini söylüyor. “Ben” diyor koca, “kabileme ve aileme karşı sorumluluklarımı bırakamam. Burada da bir karım ve çocuklarım var benim.”
Lanet ediyor Nicole. “Ben bir şey yapamam sana. Ama zamanı gelince çocukların senden hesap sormaya gelecek bunu bil!”
SONUÇ:
Dört beş ay sonra kalan minicik parasına kredi katarak küçük iki katlı bir dükkân kiralıyor Nicole. Alt katına organik bebek mamaları, organik pamuk bebek kıyafetleri ve malzemeleri, organik yaşam kitaplarını yerleştiriyoruz. Üst kat ise yoga ve meditasyon salonu oluyor. O müşterisine bakarken ben minik kızını arabasında uyutuyorum bazen, Nicole’ün annesi de diğer torununu mağazanın bahçesinde oynatıyor. Ve Nicole küllerinden yeniden doğmaya hazırlanıyor.
Doğuyor da. Şehrin ilk ve tek organik mağazasında hem aileleri bilinçlendiriyor hem de organik yaşama ve içsel huzura yönlendiriyor insanları.
Ya çocuklar? Bugün hala babalarıyla tanışamamış olan iki çocuk onlar. Babasından aldığı genle inanılmaz güzel dans ve müzik yeteneğini konuşturan 12 yaşındaki oğul, annesinin güzellik ve zarafetini almış 10 yaşındaki kız, başka bir kıtada, başka insanlara ritmiyle seslenen babalarına “bizi neden ritmine katmadın baba” demek için yılların kendilerini biraz daha büyütmesini bekliyorlar.
Paylaş