Paylaş
Oğlumun zevk alarak okuyacağı kitap bulmakta ne kadar zorlanıyorum anlatamam. Hani kendileri okumayı pek bir sevmedikleri için zaten kusur düzmeyi çok severler. Yok, bu sıkıcı, olmaz bu bebeksi, bunun resmi çok az, bunun yazıları minik derken, bakmışsın ki benim burun deliklerim şişip şişip inmeye başlıyor.
Bununla birlikte, bazı kitapları okumaya çalışırken çocuğun haklı olduğu noktalar da yok değil. Hikaye, günümüzde kullanılmayan, yöresel olup da o yörelerde bile şimdilerde kullanıldığı meçhul bir sürü kelimelerle ya da çok eskilerin kelimeleriyle bezeli.
Elbette bu kelimeler kitaplara güzel tatlar katar, lakin okumaya, okuduğunu anlamaya, anladıklarını sevmeye çalışan sabiler için uygun bulmuyorum. Çocuk, her sayfada en az sekiz kere “anne bu ne demek” diye soru soruyorsa, bu kesintilerle dikkatini kaybedip, önceki cümleleri hatırlamıyor ve neticede konudan kopuyorsa, bu gibi değişik tatları daha sonraki yaşlarda okuyacağı kitaplarda bulması daha doğru bence. İlkokul döneminde okumayı en sade kelimelerle öğrensin, günümüz Türkçesini hele bir özümsesin, okumaktan zevk alsın çocuk ilk.
Birkaç hafta önce Tüyap Kitap Fuarı'nda önce kendi imza saatimi tamamladıktan sonra, kitap okuma sevgisini aşılamaya çalıştığım oğlum için kitaplar imzalattım. Eve döndüğümde ona “bak sana neler aldım, hadi bakalım seç birini” dedim. Baktım mırın kırınlar başlayacak, “valla yolu yok, birini seçip yarım saat okuma yapacaksın, anlamadığın yerler olursa sorabilirsin” diye de komut verdim. Somurtarak elimdeki kitap demetini aldı. Hepsine tek tek baktı. İçlerini açtı, sayfa sayılarına baktı, resimlerini inceledi, yazı fontlarını gözden geçirdi. Japon çay seremonilerini aratacak kadar sessiz ve uzun geçen zamanın sonunda, nihayet birine karar verdi.
Karaca ve Sihirli Orman…
Oğlum, salon penceresinin önündeki kırmızı döner koltuğa kös kös gitti. O okumaya başlarken ben de akşam yemeğini yapmaya koyuldum.
Bir yandan hazırlık yaparken bir yandan da onun soru sormasını bekledim. Fakat oturduğu koltuktan ne bir soru geliyor ne de kendisi… Hatta zaman kazanmak için kendi ekseni etrafında bile dönmüyor çocuk. O an ana yüreğim bir mutlu oldu amanın deme gitsin.
Ve oğlum ilk kez bir kitabı soru sormadan, ilgiyle okuyup sonunda da “Aslında güzelmiş” dedi.
İlk yedi sayfasını Tüyap’ta çay içerken okumaya başladığım Ömür Kurt imzalı Karaca ve Sihirli Orman’ı kaldığım yerden ben de bitiriyorum.
Gerçekten de çocuğun anlayamayacağı ve ilgisini kaydıracak tek bir kelime içermeyen kitap işlediği konu ve verdiği ana fikirle de büyük bir alkışı hak ediyor.
Karaca, Karadeniz'in küçük ve şirin bir kasabasında yaşıyor. Ailesi, arkadaşları,sevimli hayvan dostları, okulu ve tüm sevdikleri burada. Üstelik konuşan ağaçlarla dolu sihirli ormanı da… Bir gün geliyor, bu sihirli orman için tehlike çanları çalıyor. Acaba Karaca ne yapıyor?
Birlikte ses duyurmanın ve hareket etmenin önemini, güzelliğini ve sonucunu anlatan kitap bence son zamanlarda yazılmış en iyi çocuk kitaplarından bir tanesi. Eminim kitabı okuyan bütün çocuklar ve çocukların sevdikleri kitabı seven bütün anneler Ömür Kurt’un Karaca’sı ile çok iyi arkadaş olup, onun diğer maceralarına şahit olmak için sabırsızlıkla bekleyecekler.
Ben dört gözle bekliyorum…
Paylaş