Paylaş
Da-ya-na-mı-yor-rum… Trafik magandalarına… Hem yanlış yapıp hem de senden hesap sorar gibi el kol hareketleri yapmalarına, dudak kıpırtılarından anladığım söylemlerine.
Ben hatasız mıyım trafikte? Olur mu? Oluyor elbette. Ama ben yanlış yapıp tepki verildiğim zaman, ya el kol hareketlerimle ya camımı indirip bizzat sözlü olarak “kusura bakmayın” demeyi ve özür dilemeyi biliyorum dostlar.
Denedim. Valla. Yani başkasının hatalarına da sinirlenmeden eyvallah demeyi. Yerli yersiz arkamdan kornaya basana dikiz aynamdan şirince el mi sallamadım; yol benim olmasına rağmen zart diye köşeden çıkan arabaya buyurun siz geçin mi demedim; bizzat arabamı durdurup yolun karşısına geçen yayalara tabii ne demek mi demedim? Neden? Sinirlerim zıplamasın diye. Ayrıca affetmeyi bilip hoşgörüyü de en üst seviyeye çıkarabilmek için...
De… Suçluyken güçlü olmaya çalışan tiplere hala tahammülüm yok. Onları ve sözlerini yok sayamıyorum. “Bir daha nerede göreceğim” diyerek karşılık vermemezlik yapamıyorum.
Birkaç hafta önce örneğin… Dar bir sokak. Tek yön. Doğru yönde olan benim. Hanımefendice yolumda gidiyorum. Baktım karşıdan bir araba geliyor. Biraz daha ilerlersem iki metre sonra sıkışacağız çünkü park etmiş arabalar var sağlı sollu. Karşıdakinin de durmaya niyeti yok. Kendi arabamı biraz daha sağa kırıp, olasılıkla farkına varmadan ters yöne giren sürücüye yer vermek istiyorum. Benim durmamı mantığa aykırı görmüş olmalı ki, -yan yana geçebilecekken durmayı tercih ettiğim için olmalı- sürücü arabasının camından o topuz başını çıkarıp bana “geri zekâlı” diye hönkürmez mi?
Sensin o! Hem de kaymaklı gerisin. Cehennem ateşinde yan. Girilmez yola giren sensin ben niye geri oluyorum?
Arabanın içinde hop oturup hop kalkarken direksiyona asılıp koparacakmış gibi çekip itiyorum. Oğlum arkadan “anne yalvarırım sus” diyor. Çünkü eğer beyaz araba dönüp gelir de topuz dışarı çıkarsa bana zarar vereceğinden korkuyor. Susma sınırını geçmişim. Kendimden hep geçmişim. Lafı iade etmem lazım. Oysa topuz efendi kağnısını çekip gitti bile. He ne olacak sesimi duyuracağım da? Adamı yaka paça arabadan indirip “bak aslanım yanlış yoldasın, doğru yoldakine ne uyarsın?” diye mani mi yakacağım? Yaktım diyelim, karşımdaki geri adım mı atacak? Bu arada ben “geri zekalı falan değilim bak nerelerden mezunum” desem “tüh, Allah belamı versin benim! Kime uymuşum” diyerek, benimle özür tokası yapıp olay mahallini pişmanlıkla terk mi edecek?
Lakin bunları düşünecek kadar sakin değilim. Ana kraliçe ben önde ağzından köpükler saçarak zıplıyorum. Hem de sesimin düğmesi sona kadar açık. Kudurmuşun önde gideniyim. Anasının prensi de arkadan bana akıl veriyor “sakin ol” diye.
Örnek olmam gereken bir çocuğum varken böyle tavan yapamama ne gerek var? Salladı gitti lafını. Bırak gitsin. Senin araba içindeki bu toplam sekiz cadı şiddetindeki çırpınmalarını ya da bilmem kaç desibel sesini sen ve örnek olduğun oğlundan başka kim duyuyor? IQ’nu ispatlayıp da ne yapcan hem? Zırt Erenköy, ya da Aşağı Kasımpaşa mekânlarını cümle içinde kullanmayı öğrenmeye baksana bacım.
Peki, bu senaryonun aksi olsaydı, yani hiç sesimi çıkarmasaydım, bunun karşılığında oğlum bana
“anne sana hakaret edildi neden sesini çıkarmadın” deseydi ne cevap verirdim?
Haksızlıklara boyun eğmemek lazım değil mi? Ama işte bu, nerede ve ne zaman başına ne geleceği belli olmayacak ülkemizde “bazen sus ve otur ki başına bir şey gelmesin” desem bastırılmış bir kişilik örneği sunmuş olmaz mıyım?
Acaba şöyle mi olmalı: “ Bak evladım, biri senin zekâ küpü anana geri zekâlı dedi. Yaptığı çok yanlıştı. Bunun gibi insanlara rastlayabilirsin. Tartışılabilir bir ortam içinde olsaydık, kendimi savunur ve yaptıklarından dolayı özür dilemesi gerektirdiğini söylerdim ben bu kişiye. Ama taşıtlar içindeyiz ve tartışma veya kavga hiçbir şeyi çözümlemez. Çünkü geldi ve gitti. Onu bir daha görme ya da tanıma imkânımız çok zayıf. O yüzden sinirlerimizi bozmayalım kendimizi de yıpratmayalım tamam mı?”
Olabilir mi ki? Yapabilir miyim? Belki yaş iken eğilim gösteren bir fidan iken sakin kalabilmeyi öğreten dersler almış olsaydım, kütük çağlarımda huzurlu ve rahatça çıkabilirdim bu tür durumlardan.
Diyorum ki, bence çocuklarımızı ta ilkokuldan itibaren stresle mücadele etmeye alıştırmalı. Rahat bir ebeveynden rahatlığı bazen de vurdumduymazlığı genetik miras alan birçok çocuk olacaktır. Ne güzel. Ama ya alamayanlar? Ana babası hassas olup da en küçük terbiyesizliğe bile böyle kükrercesine tepki verenlerin çocuklarının genetiği ne olacak?
Stres yönetimi illa ki iş atmosferine yani rekabet ortamına girmeden önce öğrenilecek bir şey midir? Okulda laf atan, sözlü taciz eden, her şeyi ben bilirim diyerek arkadaşlarını ezmeye çalışan, ya da hakaret ederek zorbalık yapan bir sürü çocuk örneği görüyoruz. Bunun karşılığında kendisine yapılan sözlü ya da fiziksel şiddetten dolayı okula gitmek istemeyen, gitse de korkudan kıyı bucak saklanan, teneffüsüne çıkamayan, boyundan, kilosundan, saçından dolayı alay edilen bir sürü öğrenci var. Bunlar da onlar için stres. Her çocuk çözüm için rehber öğretmene danışamayabilir bile. Sonraki dönmelerde sınav stresi ve başka başka stresler de baş gösterecek. Okullardaki rehberlik o kadar çocuğa ne kadar yeter?
Müfredatta bir ders olsa, bu derste strese sokan sosyal konular işlense, bu tür durumlara maruz kalan çocuklara suskun kalmamaları, açık konuşabilmeleri öğretilse, oldu ki hala yaşanan durumlar varsa, bunlarla sakin kalarak nasıl baş edileceği öğretilse acaba ilerideki yaşam stres koşullarına bir ön giriş olur mu? Olaylar karşısında sakin kalabilmeyi, çözüm üretmeyi çocuk nasıl bilecek deyip geçmemeli. Bugünün küçüğü yarının büyüğü…
Yani benimki bilirkişilik ya da ön görüşlülük değil, sadece hayal gücü. İşi uzmanına bırakmak lazım. Ben sadece olur mu diye soran tarafım.
Oluru onlar versin elbet.
Dütttttttt…… düdütttt….
“Nereye gidiyorsun be adam yol benim!!!!
“Alkışşşş alkışşşş. Ha öne geçtin de ne oldu?”
“Hadi git işine be!”
Ne yapayım stresle baş etme yöntemleri dersi mi gördüm? Görseydim böyle mi olurdum?
Aman aman, yandım anam,
Biri beni pamuk şeker kıvamına getirecek derslere yazdırsın, yoksa halim duman…
Paylaş