Paylaş
Beden eğitimi öğretmeni olarak ilk öğretmenliğini bizim lisede yapmaya geliyor. Biz lise ikinin son aylarındayız. Yaşı yirmi üç, adı RAZİYE KATI... Esmer tene, siyah kıvırcık saçlara ve siyah inci gibi parıldayan gözlere sahip bu yeni hocamızla en büyük öğrencileri ile arasındaki yaş farkı en fazla beş. O yüzden kendimizi yakın hissediyoruz ona. Çok seviyoruz. Dilimizden anlar diyerek teneffüslerde yakalarsak sohbete tutuyoruz. Ama derste mum gibi diziyor bizi. Mazeretsiz devamlılık istediğini bağıra bağıra söylüyor. Dersini asmak ne mümkün oluyor. Soyadı gibi katı kuralları var. Kolay lokma hiç değil.
Ertesi yıl daha bir arkadaş oluyoruz onunla. Çisem, Zehra, Ayşegül ile birlikte en iyi anlaştıklarından biri de benim. Bahara doğru bir hafta sonu Yakakent’e geliyor. O akşam bizde kalıyor. Doksanlardayız. Bol, şalvarımsı ve yüksek belli pantolonlar, göbeği hafif açıkta bırakan tişörtler devrindeyiz. Hocam, ertesi gün çok sıcak olduğundan, benim o rahat pantolonlarımdan birini ödünç istiyor. Veriyorum. Giyinip sahile gidiyoruz. Gezerken de şarkı söyletiyor bana. Söylüyorum. Bir beste yapmışım. Sözler de bana ait. Onu dinlemeyi çok seviyor. Fırsat oldukça o istiyor ben söylüyorum. Aklında tuttuğu kadar da eşlik ediyor bana.
“19 Mayıs gösterisinde bir hareketi de bu şarkıyla yapalım mı Elif? Hatta diğer müzikleri de sen çalsan orgla. Kayıtla uğraşmayız.” Olur diyorum. Müzik öğretmeni Füsun Hanım doğum izninde. O yılın gösterilerinin parçaları elimden öpüyor.
Efendim. Ben mezun oluyorum liseden. Küçük kardeşim Sedef liseye başlıyor. Benimle iyi anlaştığı gibi kardeşimle de çok iyi anlaşıyormuş Raziye Hanım. Öyle diyor telefonda Sedef.
Kardeşimi de liseden mezun ettikten sonra, İstanbul’a, aile ocağına dönüyor Raziye Hanım. Ama nerede, hangi okulda olduğunu bilen yok. Her yaz gördüğüm arkadaşlara soruyorum duyan gören var mı diye ama kimse bilmiyor.
Aradan tam yirmi yıl geçiyor. Bu yıllarda her zaman soruyorum ama her an araştıramıyorum onu. Ne internet ne sosyal medya tabii.
2012 yılındayız. Öylesine internette sörf yapıyorum bir gün. Raziye Hoca aklıma düşüyor. Evlendi mi? Soyadı değiştiği için bulabilir miyim öyleyse? Fakat kolay kolay evleneceğe benzer bir hali yoktu onun. “Beden eğitimi öğretmeni ve adı Raziye olan kaç kişi vardır ki” mantığıyla hareket ediyorum. Arama motorlarına yazıyorum ve şansa bakın ki tam isim olarak karşıma çıkıyor. İstanbul Maltepe’deki bir okulda olduğunu söylüyor cümleler. Hemen o okula telefon açıyorum. Gün boyu açılmıyor bu telefon. En son MEB’i arıyorum ben de. O okulun hala var olup olmadığını soruyorum. Var diyorlar. O zaman beni kimse tutamaz diyorum. Ertesi gün atlayıp Maltepe'ye sürüyorum arabayı.
Okulun arka sokağındaki çiçekçide bir buket yaptırıyorum. Bir yandan da “ahh ahh, Raziye Hoca demek spor demek, fitlik demek. Beni bu balıketi halimle görünce ne kadar kızacak. ‘Ne oldu sana böyle’ diyecek. Ne cevap vereyim ki? Doğuralı ve büyüteli de çok oldu. Hangi mazeretin altına sığınacağım? diye diye okulun kapısından giriyorum. Önüme gelen ilk öğrenciye Raziye Hanım’ın hala bu okulda öğretmen olup olmadığını soruyorum. “Evet” diyor çocuk. Düşüp bayılmak üzereyim o kadar heyecanlıyım. “Ama burada değil şimdi. Tenis müsabakası var oraya gitti. Pazartesi burada olur.”
Pazartesiye daha üç gün var. O kadar heyecan çekemeyeceğimi biliyorum. Çocuktan müsabakanın olduğu okulu öğreniyorum. Şansa o da Maltepe’de. Sürüyorum eşeğimi oraya ben de.
Yarım saat sonra oradayım. Elimde buketimle giriyorum içeri. Soluk soluğa kalmışım. “Ay hocam nasıl da şaşıracak.”
Ve işte orada. Hemen otuz metre uzağımda. Profilden görüyorum. Hiç değişmemiş. Ne de olsa spor hocası. Fit. Vücutta gram yağ yok. O sıra ben tarafa dönüyor. Elimi sallıyorum. Karşısında gülümseyen gözlerle, ağzım ensede fiyonk ona dikiyorum gözlerimi. O ise, benim kime baktığımı görmek için etrafına bakınıyor. Parmağımla kendisini gösteriyorum. Şaşkın ve gülümseme yok yüzünde. Yani “bana mı gülüyorsun, benim için mi buradasın” der gibilerden bir bakış bu. Kadının öğrencisi müsabakada, onunla ilgilenmesi lazım ama ben orada hayalet gibi dikildiğim için ne yapacağını şaşırmış bekliyor. Başıyla gel dese ilerleyeceğim -ki kollarını boynuma dolasın tanıyıp. O, ikinci kez kendini gösteriyor “bana mı geldiniz" dudak mimikleriyle. Bakıyorum ondan gel gel yok, ben gidiyorum. Seyircilerin arasından geçerek yakınına geliyorum. Aha da şimdi tanıyacak. Bağrına basacak "beni nasıl buldun" diye. Ama burnunun dibine kadar gelmeme rağmen hala tık yok onda.
O kadar mı besiye çekmişim kendimi tüh Allah belamı versin benim.
- Selam hocam
- Selam. Tanıyamadım kusura bakmayın.
- Ben öğrencinizim. Hiç değişmemişsiniz hocam.
- Hangi okuldan öğrencim?
-Tahmin edin.
Sanki kadının bulmaca oynayacak vakti var? Ama benimki heyecandan düşüncesizlik.
Öğretmenlik yaptığı beş okulu sayıyor “cık” diyorum. En sonunda bizim liseyi söylüyor. Kafamı sallıyorum bildiniz diye. Çok şaşırıyor. Çiçekleri uzatıyorum. Seviniyor, teşekkür ediyor ama hala ışık yok.
- Hocam tanıyamamanız normal tabii. O lisedeki değnek gibi halimden farklıyım. Yirmi yıl oldu.
- Estağfurullah. Valla tanıyamadım. Çok şaşkınım ama.
Şimdi sihirli sözcükleri söylemeye geldi sıra: “Ben, Elif Ebru Batı, hocam.”
Eliyle kafasına vurup, “İnanamıyorum sen ha!” diyecek sanırken ben,
- Ya kusura bakmayın çok uzun zaman oldu. Pek kimseyi hatırlamıyorum o liseden. Diyor.
Tövbe tövbe. ‘Ayol ben herkes miyim? Aşımı, yatağımı, pantolonumu paylaşmışım seninle canım hocam’.
- Hani geldiniz, kaldınız bizim evde. Hatta sonra benim kardeşimi de okuttunuz. Sedef. Dondurma yemişsiniz çok.
Yok. Onu da hatırlamıyor. Çisem hariç, ismini saydığım bir dolu kişiyi de.
Anam ne yaptım ne ettiysem hatırlatamıyorum kendimi. Kafası müsabakada tabii. O yüzden olmalı.
“Hocam şimdi ben sizi tutmayayım. Tekrar görüşelim, o zaman tanıtacağım ben kendimi” diyorum.
Hemen telefonunu veriyor ve perşembe günü boş günü olduğunu ve muhakkak buluşmak istediğini söylüyor. Gitmez miyim? Gidiyorum.
Bu sefer lise fotoğraf albümümle birlikte gidiyorum. Fotoğraflardaki herkesi teker teker gösteriyorum ama bir iki isimden başka hiçkimseyi hatırlamıyor o. "Olsun, neticede biz sizi bulduk. Herkesten de selam getirdim size” diyorum.
Güzel bir gün geçiriyoruz birlikte. Sonra da onu evine bırakmak için arabaya biniyoruz. Birden aklıma geliyor.
“Hocam. Belki bunu da hatırlamazsınız ama söyleyeyim. Siz benim bir bestemi çok severdiniz hep söyletirdiniz bana. Hani şöyle başlıyordu” diyor ve şarkıyı mırıldanıyorum. İşte o an bir mucize oluyor ve öğretmenim baştan aşağı şarkıyı söyleyiveriyor benim dilimden alıp. Ağzım açık ona bakıyorum.
“İşte o benim” diyorum bir ümit. Bestesi ve güftesi aklından çıkmamış şarkının sahibi benim hocam. Raziye Hanım, yirmi yıl önceki şarkıyı söylüyor ama şarkının sahibine ait resim hala yok, anlıyorum. “Hocam şarkıyı anonim mi zannettiniz” diyesim geliyor ama susuyorum. O yirmi yıl öncesine bir şekilde döndü ya ona seviniyorum.
O günden sonra ara sıra buluşuyoruz onunla. Hatta birine Sedef de katılıyor. Hala beni tam hatırlayıp hatırlamadığını bilmiyorum. O kendisini tanıyan biriyle sohbet etmeyi seviyor ben ise hayatıma değmiş olan birini daha bulmanın dayanılmaz hazzını yaşıyorum.
‘Annem mantı da yapmıştı üstelik be. Giydiğin pantolon da siyah penyeydi hocam. Ellerini cebine sokup ‘nasıl da rahatmış’ dediydin.
Hatırla ey hocam...
Yok mu? Ihh.
Sağlık olsun!
Paylaş