Paylaş
Dört buçuk yıl önceydi. Eşim iş, ben de gezmek için Los Angeles yollarına düşmüştük. Yolculuk esnasında elbet yemek veriliyor ama servis başlayana kadar ya da sonrasında, olur da dört yaşındaki çocuğum acıkır, bir şeyler kemirmek ister diye, el çantama bir paket fındık, bir adet de muz koymuştum. Netice de minik bir çocukla seyahat eden her annenin kesesinde olur öyle. Bu düşüncenin memleketi mi olur? Her ülkenin anası için durum aynıdır. Bu nedenledir ki “el bagajlarınızda yiyecek olmamalı” uyarısının annelerin bebeleri için zulaladıkları bir iki kuru gıda için geçerli olmadığını düşündüm.
Kendimi kandırmışım ama polis köpeklerini kandıramadım. Pasaport kontroldeki uzun kuyrukta beklerken, teker teker koklatıldığımız bir kuçu kuçu” hav hav” diyerek bizi polise şikayet etti. “Aha da bunun çantasında mama var” dedi. Kuçuyu tutan polis sordu:
-Hanımefendi çantanızda yiyecek mi var?
“Var ama yiyecek sayılmaz. Çocuk için muz ve..” diyecek oldum ama sonunu getiremedim. Detaylı arama damgası vurulan bir kağıtla birlikte, “pasaport kontrolden sonra sağdaki kuyruğa geçeceksiniz” denildi.
Sen misin sabin için bir adet Anamur muzu taşıyan? Hem muzu hem de fındığımı elimden aldılar. Uyanınca mama diyecek oğluma verecek bir şeyim yok, üstüne, ucu Kaf dağına kadar uzanan kuyrukta kim bilir ne kadar bekleyeceğiz? Kuyruğun sadece on iki sırasını sayabildim. Diğerleri görüş açıma girmedi. Burada bütün valizlerimiz detaylı kontrol edilecekmiş. Çantamdan Anamur çıkmasaydı vıjıkk diye geçebilecekken, yaklaşık iki saat bekleyeceğimiz sağ cenapta buluverdik kendimizi.
Oflamalı puflamalı bekleyiş başladı. Tek sansımız oğlanın pusetinde uyuyor olmasıydı. Olur da kalkarsa, mırın kırın ederse, onu susturacak bir besin kaynağımız yoktu. Onun telaşı içindeydim.
Sırada, öyle sıkıntıdan bunalmış şekilde aheste aheste ilerlerken, hemen arkamdan gelen bir tartışma sesiyle irkildim. Yüksek sesle olmasa da yine de duyulabilir şekilde, bir adam yanındaki kişiye çıkışıyordu. İnce sesiyle bir kız sesi cevap vermeye çalışınca, adam sert bir şekilde çenesini kapatmasını söyledi ona. İşin benim için ayrıca rahatsız edici yanı ise bu tartışmada kullanılan lisanın benim lisanım Türkçe olmasıydı.
Aradan bir beş dakika geçince, göz ucuyla arkama bakabildim. Hokka burunlu, kısacık saçlı, çıtı pıtı, narin bir genç kadın ve biraz önceki kaba davranışın asla ondan çıkacağını düşündürmeyen, model gibi genç adam birbirlerinden bir omuz boyu uzak başka taraflara bakar biçimde durmaktaydılar. Kızın gözleri nemli, gencin kaşları çatıktı. Ya sevgiliydiler ya da evli.
İçim burkuldu. Ve aniden içimi bir korku kapladı. “Ya şimdi bu kız, hemen önlerinde duran kişinin, yani benim de Türk olduğumu öğrenip, biraz önceki hakareti duyduğumu anlarsa nasıl da utanacak” korkusuydu bu. Oğlum uyanır da “anneeee” diye vıyaklarsa tabiyetim anlaşılacaktı.
Yiyecek yokluğunun gerginliğine bir de bunu ekledim. Oğlumun bir saat daha uyanmaması için bütün enerjimi evrene gönderdim. Lakin korktuğum oldu. Oğlum “annneeeeee” diye uyandı ve benden su istedi. Onun tarafına geçip suyunu verirken kızla göz göze geldim. Ve o korktuğum utangaçlığı anında gördüm. O an onu kederinden kurtarmam lazım diye bir misyon üstlendim. Oğlumun suyu bitip kendi noktama geri döndüğümde, bu kızla nasıl kontağa gireceğimi düşünmeye başladım. Saati sorsam yanımda kocamın saati var. “Ay arkadaşım çantanda Anamur muzu var mı bebeme verecem de” desem yine olmaz. Baktım bir şey bulamıyorum doğruca yüzüne bakıp gülümsedim.“
Ya affedersiniz” dedim. “Hayatımda çok az sizinki kadar güzel bir burun ve bu burnu ortaya çıkaran bu kadar güzel bir saç kesimi gördüm. Yakışacağını bilsem hiç tereddüt etmem böyle kestirirdim benim saçları. ”
Yalan değildi. Doğruydu dediğim. Belki tanımadığın birine öyle bodoslama söylenmesi alışılmıştan değildi. Ama benim için o anın doğrusuydu.
Ve işe yaradı. Kızın o hüzünlü gözleri parıldayıverdi. Teşekkür üstüne teşekkür edip, masumca yanındaki erkeğe baktı. Erkek de ona gülümseyip elini omzuna attı. Ve “ben de en çok burnunu beğenirim” diyerek alnına bir öpücük kondurdu kızın. Böylelikle ben onun benden utanmasına engel oldum sanki, hem de iki gönlü yeniden birleştiriverdim. O saatten sonra da iç huzuruyla kuyruğu tamamladım. Hatta zaman nasıl geçti anlamadım çünkü arkadan neşeli şakımaları duydukça mutlu oldum.
Ondan beridir düşünürüm. Çok mu zordur arkadaşım birbirini tanımasan bile gülümsemek? Birbirine bir tebessümle selam vermek? Bir bekleme salonuna girdiğinde şöyle cümleten bir günaydın demek? Tanımasan bile takdir edebilmek ya da iltifat etmek? Demiyorum ki konuşmak için konuşalım, yalandan iltifat edelim. Ama güzel bir davranışı, giyimi, sözü ya da nefis bir yiyeceği yapanı tebrik etmek o kadar mı alışılmadık kalmalı?
Çok ender artık. “Bugün çok güzel görünüyorsun” bile diyemiyor arkadaş olanlar bile. İnsanlar sadece kendileri en güzel, en yetenekli, en hamarat, en popüler, en bilmem ne olmak istiyor. Çılgınca bir hırs içinde, en çok kendileri ve en çok kendilerinin çocuğunun merkez olması çabasındalar. Başkasına söylenecek söz kendisini eksik hissettiriyor kendilerine.
“Kimse yapmasa da ben yaparım” dedim. Ben herkes olmak zorunda değilim. Ben kendimce doğru bulduğumu, azınlık da olsam bile yaparım arkadaş. “Bu nasıl olsa onun görevi zaten yapmak zorunda” demem, o memurun ya da görevlinin gözlerinin içine kadar bakıp, “işinizi böyle güzel yaptığınız için teşekkür ederim” derim. Damağımı çatlatan bir yemeği yediren şef - eğer görünür bir yerdeyse- mutlaka takdirimi alır. Mutfak görüş alanı içinde değilse, o zaman restoran müdürüne tebriklerimi iletmesini söylerim. Söylerim efendim. Eminim ki o memur ya da şef bir parça daha mutlu olmuştur o gün.
Parkta yürüyorsunuz örnek. Hoş bir yaşlı bayan oturuyor. Durun. “ Bu renk size ne kadar yakışmış” deyin ya da “ne hoş bir bayansınız, umarım sizin yaşınızda ben de böyle şık olmayı başarabilirim” deseniz ne kaybedersiniz? Siz o yaşlı kalbi nasıl mutlu edeceksiniz bir görün.
Mağazanın giyim kabinindesiniz. Boy aynasındaki akranınızın giydiği ona çok mu yakışmış? Onun giydiği sende o kadar iyi durmayacak diye kem gözle yutkunmanın alemi var mı? Ya da kıskançlıkla tepeden tırnağa kadar süzüp, içinden “yelloz, sadece sütle besleniyor galiba, bir dirhem yağ yok” diye fesatça yaklaşmanın?
“Çok yakışmış arkadaşım. Keşke sendeki beden bende de olsaydı da aynısını alsaydım” diyebilmek çok mu abes? Peki, sizin kazancınız mı ne olacak? Birinin gününü güzelleştireceksiniz ve bundan tuhaf bir mutluluk duyacaksınız. İki taraf da kazanacak. Ben derim efendim. Tavsiyemdir deneyin.
Gülümsemek de gülümsetmek de güzeldir çünkü. Ve emin olun size dönecektir…
Paylaş