Paylaş
Tamam, yapayım rejim. Tamam, keseyim karbonhidratı da aburu da cuburu da. Ama biri de çıksın bana öyle gıdım gıdım değil şöyle adım akıllı çikolata yedirecek bir diyet planlasın. Hani olursa, ta Güney Amerika ülkelerine kadar gideceğim. Varıp kakao çekirdeklerinin en iyisini ellerimle kendim toplayacak, öğütüp, en katkısız, en kral çikolatayı ben yapacağım. Yeter ki beni ayrı koymayın şu meretten.
Oluyor. Onsuz bir ay falan geçirdiğim oluyor. Zoraki. Ama bir ayı geçiremiyorum be kardeşim. Öyle ki kavanozundan ya da paketinden bile kokusunu alıyorum market raflarında. Çikolata ve ben… Kavuklu ile Pişekar, Karagöz ile Hacivat, Yavru ile Katip, Laurel ile Hardy, Edi ile Büdü neyse oyuz. Ayrılamıyoruz.
“Yutma şunları, azar azar tadına vararak ye” diyen bir arkadaşım üstüne bir de çikolata nasıl yenir tarifi vermişti bir zamanlar.
*Krem çikolatadan bir tatlı kaşığı alınır.
*Dilinle damağa sabitlenir.
*Minik minik dil darbeleriyle yalanır.
“Böylelikle hem çikolata yavaş bitmez sen de hazzını alırsın. Haftada bir yersen kilo da almazsın” diye eklemişti. Ve fakat bende öyle bir refleks yok ki arkadaşım. Denedim yine de. Bendeki dil darbesi damaktaki o bloğu bütünüyle kazıyıverdi. Nerde kaldı ötesi… Ne yaptıysam ne ettiysem olmuyor. En fazla bir ay sonra beynim onu istiyor işte. “Yeter ayrı düştüğümüz, tut elimi hadi, at beni midene” diyor.
Sürülebilir çikolatalar hepten kötü. Yumuşak, çiğnenmesine gerek yok ya. Yeter sinyali gitmiyor beynime. Al şöyle bir tatlı kaşığı, sür ekmeğinin üzerine.
Yok … Kesmiyor. O kavanoza en büyük boy çorba kaşığı dört beş kez daldırılacak. O kaşıktaki tepeleme güzellik bütünüyle ağza atılacak. Ancak bu kadardan sonra mola verebilirim. Çikolataya mola değil ama. Sadece su molası. Bir bardak su içtikten ve hararet yatıştırıldıktan sonra bir üç kaşık daha yutulacak. Kavanozun dibinde kalmış beş altı kaşıklık hazine de ilerleyen saatlerde tüketilmek için ve de ne kadar yediğin görülmesin diye, dip doruk bir kuytuya saklanacak.
Eşim birkaç gün önce babası ve kardeşi ile tatil yaptığı Finlandiya ve Estonya’dan geleneksel hediyeleriyle döndü. O ülkelerin çikolatalarıyla yani. Estonya’dan aldığı ananaslı bitter ve ev yapımı. Ayrıca kayınvalidem de sevdiğim çikolatalardan büyük bir kutu göndermiş kayınpederimle. Yarısı Thomas’a yarısı bana. Dünyalar benim oldu.
Diğerini zaten tanıdığım için, önce Estonya güzeline saldırdım. Bir kibar kibar paket aç değil mi? Nerede... Paketi orta yerinden yırttım. O bitterden bir parça kırıp ağzıma ittim. Beni öyle kudurmuş halde gören oğlum:
“Anne neden sen çikolatayı görünce acayipleşiyorsun” diye sormaz mı? Yok desem durum ortada neyi saklayacağım. “Bayılıyorum oğlum ben bu kokuya, yemek öncesi sonrası fark etmiyor” desem kötü örnek olacağım.
“Aaa yemek taşıyor” diyerek yanından uzaklaşıverdim cevap vermemek için. O da odasına gitti.
Etrafta kimse yokken bu kez de diğer çikolatalardan iki tanesini kutudan aldım. Birincinin kağıdını yavaşça açarak içindeki güzelliği ellerime aldım. Yuvarladım malum bölgeye. İkinciyi tam ağzıma atacakken polis arkamda beliriverdi.
-Yakaladım! Anne yine benim çikolatalarımı yiyorsun işte. Bunu hep yapıyorsun.
-Ne yakalanması. Bunlar benim de çikolatam.
-Kendininkileri bitirip benimkileri yiyorsun sonra ama.
-Ne zaman yedim be? (Birkaç kere yaptım da zor durumdaydım evladım). Söz yemeyeceğim.
-Yersin
Bütün kutuyu boşalttı. Saydı. Eşit olarak bölüp yemiş olduğum iki taneyi de benim payımdan düşerek “al bunlar seninkiler” dedi.
Aradan biraz zaman daha geçince kendi çikolataları elinde yanıma geldi.
“Anne lütfen gözlerini kapa ve ben aç diyene kadar açmayacağına yemin et ”
‘Aha bana sürpriz yapıp elime çikolata bırakacak oğlum’ dedim içimden. Büyümüş de annesine sürprizler yaparmış benim centilmen şövalyem. Ay ne zaman büyüdü bu çocuk?
Gözlerimi kapadım. Lakin yanıma yaklaşma sesi ya da nefes belirtisi henüz yoktu. Sadece çıt, pıt, klik tarzı sesler duyuyordum.
“Açabilirsin simdi” dedi benimki. Baktım elinde fotoğraf makinesiyle önümde duruyor.
“Ne oldu oğlum niye kapattırdın gözlerimi?” diye sordum.
“Bak anne, kendi çikolatalarımı sakladım. Yerini hatırlamak için de sakladığım yerin fotoğrafını çektim. Sakın bu makineye bakma ve yerini bulsan bile asla çikolatalarıma dokunma tamam mı?”
Seni dokuz ay karnında kim taşıdı? Kim baktı da yetiştirdi seni ey evlat? Şurada iki çikolatayı çok gördüğün kişi senin öz be öz anandır. Cennet anaların ayağının altındadır ve bu cennette var olacağına inandığım çikolata şelalesi de bu analara ikramdır.
Hiç yakıştıramadım oğul…
Valla ayıp ettin.
Cık cık cık cık
Cik cik cik cik
Çik çik çik çik-o-la-ta.......
Nereye sakladı ki acaba?
Paylaş