Paylaş
Ben oynak bir hatunum.
Çok severim oynamayı. Dans etmeyi yani. Ama istediğim tarz müzik olacak. Öbür türlüsünde kılım kıpırdamaz. O müziği hissedeceğim, kaynayacağım ki kaynatayım. Yok, öyle kapı gıcırtısına falan da oynamam, “rock”da sallanmam, “caz”da kaçacak delik ararım. Ama Latin ezgileri, tango, bir de yetmişlerin hareketli Türk poplarında kimse tutamaz beni. Mümkün olan her çareyi dener, uygun bir ortam yaratır, bir iki kıvırır, kendimden geçer, hevesimi alırım. Dedim ya oynağım.
Ayy İlhan İrem duymaya göreyim! Şenay’dan Hayat Bayram Olsa, Güzin ile Baha’dan Ateşböceği, Füsun Önal’dan Senden Başka, Seyyal Taner’den Son Verdim Kalbimin İşine ve niceleri... Ruhumu anında canlandıran tarzım şarkıları duyduğumda, yolu yok karşılıksız bırakmam.
En rahat olduğum yerler mağazalardır mesela. Favori ezgilerim çalıyor diyelim. Önüme çıkan ve elime ilk geçirdiğim kıyafeti alır, deneme odasında girer, kabinde aynanın karşısında kendimden geçip oynar, geri çıkarım. Hiç kaçırdığım olmamıştır. Elimde çocuk giysisiyle kabinlere girdiğim dahi olmuştur valla.
Arabadaysam üst beden çalışır. Duran trafikte, iki elim direksiyondan uzaklaşır, oraya buraya sallanırım.
“Şiribim şiribom, şiri bim bom bom bom bobombom , şiri biri biri biri biri biri biri bobombommmm” derken şarkı, ben o “biri” boyunca yana yana yatarım ki, emniyet kemerim izin verse, yan koltuğa kafamın değmesine ramak kalır. Uzaktan beni gören biri, süspansiyonu bozuk bir arabada titreye titreye gittiğimi bile düşünebilir. Oldu ki geleceğim yere vardım. Olsun. Parça bitip final hareketi mi yapmadan arabadan inmem kardeşim, o kadar. Dans için doğmuşum ben be ya!
Öyle.
Valla ayakta durmayı öğrendiğim yaştan beri ritme ayak uydurmuşum. İlkokulda ront, ortaokulda folklor kesmemiş, yaz düğünlerinde ortalarda fır fır dönmüşüm ben.
Küçük beldelerde, bir konuda ya da eylemde iyi olan insanlar bellidir. Biz çocukken, düğünlerde emekli müzik öğretmeni İrfan Hoca çalar, rahmetli Halil ağabey solo yapar, yine rahmetli Keçi Bekir, o kendine has kıvraklığıyla oynardı. Başkaları da oynardı tabii ama Keçi Bekir mutlaka bir düğünün bir bölümünde sahnesini alırdı. Sonra onun kızı Nigar abla düğünlere gider, bir coştururdu. Hala da yapar. Kına gecelerinde ve diğer özel günlerde, Naime Teyze, kırmızı darbukasıyla gecenin ritimcisi olur, bir yandan çalar bir yandan söylerdi. Neriman Teyze, doğaçlama manileriyle, yine bu günlerde neşe katardı ortama. Onlar beldenin renkleri, nokta vuruşçularıydı.
Küçüğüz tabii. Asla nokta vuruşçusu olmaya niyetli olmasak da, ilkokul yıllarında ben ve arkadaşım Derya’nın da kısa bir gösterisi mutlaka olurdu. Diskonun kraliçeleri edasıyla, sıramızın gelmesini heyecanla beklerdik. :) Yazın hemen her günü düğün olan beldede alesta duran biz ikimiz…
İrfan Hoca, düğünlerde yavaş bir parçayla gelin damadı içeri davet eder, bir iki şarkılık danstan sonra şıkıdım müziklere geçerdi. Birkaç saat de böyle geçince, mikrofonuna eğilir “ve şimdi de disko müzik” diyerek gençleri piste davet ederdi. Bu vakte kadar kemanıyla çaldığı parçalara mola verir, yan tarafta duran müzik setinin düğmesine basarak, zamanın popüler şarkılarını çalardı. Hah işte, tam da o noktada, boşalmış olan piste bilin bakalım önce kimler koşardı? Dans uzmanı ben ve Derya. Sanki üzerimizde pırıltılı kostümlerimiz var ve biz beldenin düzenli bir biçimde performans sergileyen dans sanatçılarıymışız gibi, okuldan sonra çalıştığımız hareketleri sergilemek üzere kendimizi piste atardık. Bir, iki, üç diyerek kafa işaretimizi verir, aynı anda ritmik olarak, sağ kol öne, sonra sol kol öne, şimdi sağ kol sol omza, sol kol sağ omza, ardından 360 derece dön, çömelerek yere vurur, kalkar ve iki kolu havaya kaldırarak giriş finali yapar, sonra da normal şekilde dansımıza devam ederdik. Sanki Tolgahan Dans Grubu’nun üyeleriydik.
Disko faslı geçince, İrfan Hoca, bu kez de “Mevlana” derdi ve kıvrak melodide biz yine kıvıra kıvıra oynardık. Ama sahneye ilk çıkışımız mutlaka diskoyla olurdu. Ona çalıştığımız için nokta vuruşumuz diskoydu.
Biz ilkokul beşinci sınıftayken, sahnelere bizden bir yaş küçük olan Aygül giriverdi. Ailesi, Aygül’ü oturdukları masanın üzerine çıkartıp oynatıyordu. O da, kıvır kıvır saçlı başını sallayarak, geriye doğru eğile eğile, göbek atarak oynuyordu. O kadar güzel oynuyordu ki ağzımız açık ona bakıyorduk. Bu kız bizi piyasadan silecekti. O silmeden biz istifayı basarak, on bir yaşımızda erken emekli olduk. Düğünlerde oynamaktan vazgeçmedik ama artık ortada deli dana gibi disko yapmayı bıraktık.
Ama yoo, dans için doğmuşum ben, yeni şehirlerde, yeni yaşlarımda, başka başka danslara yelken açtım. Biraz salsa, biraz tango da öğrenerek kendimden her zaman geçtiğim ritimlere kapıldım. İşte, bu müziklerin olduğu yerlerde, kaçarı yok, bir iki sallanmadan geçemem dostlar.
Ha şimdi gelelim bu konuyu bu hafta neden buraya taşıdığıma…
Benim kocam ve oğlumun, beş haftadır, cumartesi akşamları, saat 21’de “dance time” dedikleri ve sadece ikisine özel bir faaliyetleri varmış.
Benim kendi programlarımı seyrettiğim sıra, onlar da disko saati yapıyorlarmış efendim. Bana söylememişler çünkü oğlum sahnesine katılmamı istemiyormuş. Ba ba ba ba…
Bu durumu öğrendiğimde, beni de aralarına alacakları yerde, salonun yanındaki küçük odaya gitmemi istediler. “Dizini izle” dediler. Dediklerini yaptım. Yaptım da, içeriden buram buram parçalar gelince duramadım. Elimi kolumu sallaya sallaya, kıvıra kıvıra dans ederek içeri giriş yaptım. Sahnede oğlum vardı.
“Ya anne ya gider misin?”
“Oğlum ben de görmek istiyorum senin dansını ama. ”
“Hayır, ben bakmanı istemiyorum”
“Biraz oturup izlesem?”
“He he sanki oturursun. Sen de dans edersin”
“Edeyim ne olur ki? Bak dans tutkunu benden almışsın.”
“Sen iğrenç dans ediyorsun”
“Yok canım!”
“Evet canım! Hem de ben dans ederken ‘ayy ne güzel yapıyorsun, ay gurur duyuyorum, ay büyümüş de şunu yapıyormuş falan’ dersin.
“Ne olmuş desem?”
“Konsantrasyonum bozuluyor.”
Oğlum, ben etraftayken dans etmeyi kesinlikle kabul etmiyor. Çaresiz inime geri dönüyorum.
Ama nihayet bir cumartesi dans saatine davet ediliyorum.
Benimki kendi koreografisini kendisinin yaptığı dansına başlıyor. Tam ağzımı açıp “ne güzel” diyecekken, koreografiye bir sus işareti ekliyor oğlan. Ne dansını bozuyor ne ritmini bu hareket.
Bu cumartesi oluyor. Dans saati başlamış. Bu sefer Latin kanalı açılmış. Oğlan titreye titreye dans ediyor. Gelmeme ses çıkarmıyor. Onu izlerken ben diyorum ki “çocuk aynı ben”, kocam diyor ki “hayır aynı ben.” Yok, daha fazla dayanamayıp, elektriğe tutulmuş gibi sahneye atıyorum kendimi. Ardımdan da kocam. O, gençliğinde yaptığı rave dansıyla, ben de salsa tango karışımı hareketlerimle çocuk kime çekmiş onu bulmaya çalışıyoruz.
“Oğlum, sence hangimiz güzel dans ediyor? Ben mi baba mı?”
Bizim sahneye atlamamızla anında jüri koltuğuna oturan çocuk, somurtuk bir suratla “baba” diyor.
Kesinlikle kabul etmem! Ben eski günlere dönmek istiyorum. Rüştümü ispat etmem lazım. Bana bu ev halkından ne fayda ne destek.
“Derya bana bak. Gel yine biz dans partneri olalım. Bu yaz kariyerimize kaldığımız yerden devam edelim. Hadi gel beldemize dönelim. İrfan Hocalı düğünlerde halay çekelim. Naime Teyze sen de gel. Vur kırmızı dümbeleğine. Bir iki döktürelim”.
Oyyy bir dansım geldi ki… Yazı bekleyemeyeceğim.
Da ba da ba day da ba day da ba day dam, da ba day dam ay ay!
Şiribim şiribom, şiribim bom bom bom bobobom
Bekleyin beni millet pistlere geri dönüyom…
Paylaş