Paylaş
Gerçek dışı olay ya da söylemlerle çocukların korkutulması bizim çocukluk yıllarımızda daha fazlaydı. Şimdilerde, hem bilinçli ebeveynlik ve hem de doğru iletişim sayesinde çok daha az. Lakin hiç de yok değil. Benim karşılaştığım en az dört beş kere var mesela. Ağlayan çocuklarını susturmak, ya da istediği bir şey alınmadığı zaman ortalığı birbirine katanları yıldırmak için anne babaları ya da büyükanneleri tarafından “Bak şu teyze doktor, susmazsan iğne yapacak,” “Bak bu amca polis, ağlamayı şimdi kesmezsen seni hapishaneye atacak” gibi söylemler bunlar.
Şu dönemde hala bu tür korkutma ve sindirme işlemlerinin cari olduğunu görmek oldukça üzücü. Çünkü o tazecik beyinlere işlenen kodlamaların ne kadar zor unutulabildiğini, nelere sebep olabildiğini hatırlayabilenlerdenim.
Beş yaşlarındayım. Annem ve babam, okullar kapandıktan sonraki iki haftalık seminer döneminde beni de öğretmenlik yaptıkları Kozköy İlkokulu’na götürüyorlar. Sıkılmayayım diye okulun hemen karşısında oturan Ayçin adlı kızın ailesine bırakıyorlar beni. Ayçin benden iki yaş büyük ve bu okulun öğrencisi olduğundan annemler ailesini tanıyorlar. Ben bizimkilerin işi bitene kadar Ayçin’le kâh evlerinin içinde, kâh bahçelerinde uslu uslu oynuyorum. Yeni oyun yerime ve bu aileye alıştıktan bir iki gün sonra ise asıl yüzüm ortaya çıkıyor ve tüm hareketliliğim ve sesimin son notasına kadar kullandığım tonlamalarla sesli sesli kuduruyorum oyun oynarken. Tabii Ayçin de. Bir, iki, üç derken Ayin’in annesi Yurdagül Teyze bizi susturmak için uyarıyor, bazen kızıyor kadıncağız. Bir susarsak ikinci de yine dayanamıyoruz. Evdeysek divanların koltukların üstünde zıplıyoruz, bahçedeysek Apaçi’leri aratmayacak şekilde koşturup bağırıyoruz. Zaten de Kızılderilicilik oynuyoruz.
Bir öğleden sonra, biz Komançi Kabilesi’nin üstüne taarruza geçmek için hazırlanırken, bahçe girişinin önünde Yurdagül teyzeyle sohbet eden iri kıyım bir kadın görüyoruz. Otuz yaşlarında, kısa dalgalı saçlı, kalın dudaklı bu kadında bir tuhaflık var ama tam çözemiyorum.
Yurdagül Teyze:
“Bakın bu Aynur” diyor bize. “Aynur yaramaz çocukları yiyor biliyor musunuz? Ses duymuş gelmiş. Siz miydiniz diye sordu”.
Sonra Aynur’a dönüyor. “Aynur, bu çocuklar yaramazlık yapmadı. Sen yanlış duymuşsun. Yeme onları tamam mı?”
Aynur’la bakışlarımız karşılaşıyor. Bir eli çiçekli elbisesinin üstüne giymiş olduğu yeşil renkli yeleğinin cebinde, diğer elinde bastonuna dayalı bu kadından anında ödüm kopuyor.
“Ben yanlış mı duydum sesleri? Hay Allah ya! Karnım da çok açtı. Yok mu buralarda yiyecek başka bir çocuk?”
“Yok yok “ diyor Yurdagül Teyze.
Aynur, yavaş yavaş bir iki adım atarak uzaklaşmaya başlıyor, derken, tekrar biz tarafa ilerliyor.
Yurdagül teyze “hemen arkama saklanın” diyerek işaret ediyor sırtını. Biz, hemen onun altmış beş santim genişliği ancak olan sırtına yapışarak güya saklanıyoruz. Ben bacaklarımı hissetmiyorum, Ayçin’in gözleri korkudan fal taşı. Kafamız sırta dayalı ama kulaklarımız havada, Aynur’un sesi duyuluyor.
“Yurdagül abla, en ufak bir yaramazlık olursa beni haber et ha. Kaç gündür çocuk yemedim, çok açım. Tamam mı? ”
Yurdagül teyze ona “tamam” derken, bize de fısıldar şekilde “hadi hemen eve gidip saklanın” diyor. Biz iki ödü patlak, bacaklarımız kıçımıza vura vura koşuyor, eve giriyor ve önümüze gelen ilk odaya atıyoruz kendinizi. Çiçek desenli divan örtüsünün eteklerini kaldırarak bu divanın altına saklanıyoruz.
Karanlık divanın altında, Aynur gelip bizi bulur mu diye düşünürken bir yandan da “acaba nasıl yiyor çocukları” diye merak ediyorum. Kara kazana atıp haşlıyor mu, yoksa çiğ mi tercih ediyor? Aynur bizi nasıl yer? Ben zaten o kadar kuruyum ki, ne çiğ lezzetliyimdir ne de haşlamam bir şeye benzer. Oysa Ayçin nur topu gibi. Yanaklarından kan damlıyor. O daha iyi bir tercih ama baksana kadın çok açmış, beni de yerse ancak doyar.
Neyse, on dakika sonra divan altından çıkabiliyoruz çünkü “gitti” diye bildiriyor bize Yurdagül teyze. Gitse ne yazar? Biz de oyun oynayacak, neşe saçacak güç mü kalmış? Zaten annemler almaya geliyorlar beni. Yuvama dönüyorum. O akşam ve hafta sonu, tam üç gün boyunca rüyamda Aynur görüyorum. Bizi arıyor. Hatta bir tanesinde, Aynur’lardan birkaç tane var, nereye dönsem oradan bir Aynur çıkıyor.
Hala bu rüyayı net bir şekilde hatırlarım. Aynur’un çiçekli basma eteğini, üzerindeki cepli yeşil yeleğini. Bir tek saçları biraz daha uzun ve saç uçları daha kıvrık.
Geçen gün sağlık raporu almak için sağlık ocağına gittiğimde bir anne bağıran çağıran kızını susturmak için “bak bu abla kızıyor. Susmazsan iğne yapacak” deyince o ablanın ben olduğumu anlayıp, kızın kaç ay rüyalarına gireceğimi düşünerek irkiliverdim.
“Annesi, o akıllı bir kız, böyle yerlerde sessiz olmak gerektiğini bilir. Hem iğneden korkulmaz. Ayrıca iğneleri doktor ağabey ve ablalar hiç acıtmadan yaparlar” dediğimde, kadın, hikâyesindeki başkahraman olmadığım için bozulmuş olsa da kem kümleyerek durumu düzeltti. Ama ben o küçük kızın hala kuşkuyla kaç kere bana bakışını gördüm. Belki de o küçük kızın Aynur’u oldum birkaç gün bilmiyorum.
Bildiğim, bu tür beyin doldurmalarının doğru olmadığı. Çözümlemeyi beceremediğin her olayda sabiyi korkutarak yarım saat huzuru garantiledin belki, lakin onun beyninde travmalar yaratarak sonsuz ya da uzun soluklu gerilim filmini de çocuğuna yükledin. Ha hafızadan silinmesi de bilgisayarının sil tuşuna basıp yok etmek kadar kolay değil bilesin.
Ring ring
Ring ring
Telefonumun ekranı Aynur diyor. Hangi Aynur? Aynur abla mı? Aynur teyze mi? Gruptan arkadaşım Aynur mu? Aha! Yoksa çocuk yiyen Aynur mu?
Yar bana bir divan altı. Acilll…
Paylaş